O GECE - 2

27.04.2021
   O sabah Kıbrıs sahilleri…

      

         Günün ilk ışıklarıyla aydınlanan Kıbrıs, yine çok sıcak nemli bir sabaha uyanmıştı. Larnaka’da yaşayan Elizabeth-William çifti, bu yaz tatilini de adada geçirmeye karar vermişler; adanın özellikle Girne sahillerinin el değmemiş doğal güzellikleriyle birleşen, adeta bir kanaviçe gibi süslü kıyı şeridindeki yine aynı koya gelmişlerdi…

   Doyum olmaz yeşil örtüsüyle, kıyı şeridini tam da üzerinden kavrayan Beşparmak dağlarının o muhteşem görüntüsüyle Kıbrıs, gerçekten de bir masal diyarıydı.

   O sabah William ve Elizabeth erkenden uyanmışlar, kaldıkları otelin bungalovundan fırladıkları gibi soluğu denizde almışlardı.

Aşkla dolu, ıslak, nemli Girne gecelerinden sonra sabahın erken saatlerinde denize girmek, adalıları gün boyunca dinç tutuyordu. Onlar, bunun ne kadar keyifli olduğunu bu adada evlendikleri günden beri çok iyi biliyorlardı…

        Londra’da tanışıp evlendikleri günden bu yana iki yıl geçmişti. Balayılarını da bu adada geçirmişler, o doyumsuz aşk gecelerini, günlerini yine bu otelde yaşamışlar; sonra da bu adadan ayrılamamışlar, Kıbrıs’a yerleşmişlerdi. Gerçekten de burası tam bir aşk adasıydı…

     O sabah Elizabeth, Akdeniz’in ılık-sıcak sularıyla oynaşırcasına yüzüyor, sevinç çığlıkları atıyordu. Sevdiği adama şuh kahkahalarla adeta yalvardı;

- William hadi sende gelsene yanıma, ne olur, hadi gel…

   Onu çok seviyordu. Hayatı paylaştıkları bu iki yıl ona çok iyi gelmişti. Mutluğunu her fırsatta sevdiği erkeğine fısıldıyor; adeta ikinci bir balayı yaşıyorlardı. Biraz daha yüzdü. William’ın yanına gelmesini bekledi ama nafile! William güneşlenmeyi seçmişti…

William’ı Kıbrıs’ta tanımış, ona çılgınca âşık olmuştu. William adadaki İngiliz Dikelya üssünde görevliydi. Elizabeth ise; Larnaka’da bir turizm acentesinde çalışıyordu…

Elizabeth şuh bir sesle bir kez daha William’a seslendi ama nafile, William’ın suya girmeye hiç niyeti yoktu. Bunun üzerine o da sudan çıktı, usulca sevdiği adamın yanına uzandı…

Onu hafifçe öptükten sonra;

- Selam aşkım, güneşte fazla kalma lütfen. Biliyorsun geçen defa sıkıntı yaşamış, güneş yanığını tedavi ettirmek için hastaneye bile gitmiştik, dedi.

William;

- Haklısın tatlım, güneşte fazla kalmamalıyım, diyerek yanına uzanan eşinin ıslak, tuzlu bedenine küçük bir öpücük kondurdu. Uzun, uzun dudaklarından öptü…

- Ben bu sabah denize girmeyeceğim. Nedense içimde tarif edemediğim bir sıkıntı var!’’ diyerek, yerinden kalktı, kaldıkları bungalova doğru yürümeye başladı.

Kızgın kumlar, ayaklarının altını haşlarcasına yakmıştı… Canı öylesine yanmıştı ki, ayaklarının üzerinde sıçramaya başladı! Otele doğru koşarken; adeta ‘güneş dansı’ yapıyordu. Elizabeth kocasının bu komik halini görünce; William’ın arkasından bir taraftan da,

- Koş, sevgilim koş. Yoksa güneş seni yakıp kül edecek diye, hem bağırıyor, hem de kahkahalarla gülüyordu…

         Güneş iyice yükselmiş, Temmuz ayının cehennemi nemli sıcağı Girne’nin her yanına sinmişti. Kıbrıs’ta geçirdikleri balayı günlerinden bu havayı iyi biliyorlardı. Güneş az biraz yükselir yükselmez, artan sıcak yaşam; adayı derin bir sessizliğe, insansızlığa bürüyor, cehennemi sıcak akşam saatlerine kadar bütün adayı ele geçiriyordu. Anlaşılan bugün de öyle bir gün yaşayacaklardı…

William kaldıkları otelin bungalovuna geri dönmüştü… Elizabeth pembeleşen beyaz teni, biraz daha bronzlaşsın diye güneşlenmeye devam etti. Üstüne üstlük zarif parmaklarıyla mayosunun üstünü de çözüp çıkarttı, mayosunun altını da çıkarttıktan sonra çırılçıplak kalan bedenini sere, serpe güneşin koynuna bırakıverdi. Muhteşem bir görüntüsü vardı!

Dolgun kalçalarının, iri göğüslerinin güzelliği, kızgın kumlarla buluştu. Kendisini Afrodit’ten farksız görüyordu. Bu enfes kumsalın sarmaladığı çıplak bedeninin titrediğini hissetti…

Bu sahil şeridi, bu koylar öylesine tenha, öylesine sessiz, öylesine güzeldi ki. William’la geçirdiği aşk gecelerinin doyumsuzluğunu hatırladı, şehvet dolu bir sesle iç geçirdi… Hem güneşleniyor, hem de adada geçen iki yılını düşünüyordu. Kocasını çok seviyordu. Ona çılgıncasına âşıktı. William’da bir kadını mutlu edebilecek her şey vardı. Ama onun Dikelya Üssündeki işini hiç sevememişti! William iki yıldan beri orada görevliydi. Evlendiklerinde, kendisini bilgisayar teknisyeni olarak tanıtmıştı. Onun bu İngiliz üssünde teknisyen olarak çalıştığını biliyordu. Ama kimi zamanlar William’ın eve gelmediği günler, hatta haftalar dahi olabiliyordu!

       Kocası eve gelmeyişlerini iş yerindeki teknik arızaların yoğunluğuna bağlıyor ama bir türlü inandırıcı olamıyordu! Çünkü Elizabeth kocasının zaman, zaman yaptığı telefon görüşmelerine tanıklık etmiş; bu görüşmelerde adadaki askeri birliklerin yerleriyle ilgili konuşmalar duymuştu! Kocasının gizli bir görevi olduğundan şüpheleniyordu! Evet, evet bu bir şüphe değildi, buna emindi. Bir kez bu konuyla ilgili William’ın ağzını aramış, ancak bir sonuç alamamıştı. Öfkeyle söylendi; ‘’Ama bir gün senin asıl işinin ne olduğunu mutlaka öğreneceğim William…’’

     Sırt üstü güneşlenmek iyi gelmişti. Ancak çıplak göğüslerini daha fazla yakmak istemiyordu. Bu defa kumların üzerine yüzükoyun yattı… Çıplak kalçalarını güneşin kızgınlığına teslim etti. Biraz da bacaklarının arkası yansın istemişti…

 Etraftan sadece cırcır böceklerinin sesiyle, onlara eşlik eden dalgaların sesi duyuluyordu. Zaten onları cezbeden şey, burada William’la birlikte sadece ikisinin baş başa kalabilmesi, istedikleri her şeyi özgürce yapabilmeleriydi. Uzandığı yerden ahenkli bir melodiyi oluşturan o zarif dalgaların sesiyle birleşen çakıl taşlarının, deniz kabuklarının çıkardığı sesleri dinlemeye, hayaller kurmaya başladı…

      Çevresindeki bitki örtüsünden, makilerin arasından fışkırmış mor yaban çiçeklerine gülümsedi. ‘’Böylesine güzel bir adada yaşamak ne güzel’’ diye mırıldandı. Hemen şimdi yerinden fırlayıp, oldukları yerde sevdiği adamla çılgınca sevişmek arzusu her yanını sarmış, tüm bedenini ateş basmıştı…

   Elizabeth tam da bu ateşli duygular dünyasına dalmışken; hiç beklenmedik bir gürültü, bu düşüncelerini paramparça etti. Adeta gökyüzü de paramparça olmuş, o büyük gürültünün altında ezilip kalmıştı…

   Neye uğradığını şaşırmıştı! Çıplaklığına aldırış etmeden çığlık, çığlığa otele doğru koşmaya başladı.

Bir taraftan da;

- Oh My God! William, William help, help… Diye bağırıyordu.

Bungalovuna ulaşmaya on, on beş metre kalmıştı ki, Beşparmak dağlarını yalarcasına geçen üç savaş uçağının alçak uçuşla adanın derinliklerine doğru kaybolduğunu gördü! Başının hemen üzerinden geçen uçakların çıkardığı ses; adeta yer kabuğunu çatlatmıştı… Birkaç dakika geçmemişti ki, ada büyük bir patlama sesiyle sarsılıverdi…

Bungalovuna geri dönmüştü. Hemen üstüne ince bir elbise giydi. Bir taraftan da çığlık çığlığa; hem William’a sesleniyor, hem de; ‘’Aman Allah’ım neler oluyor?’’ diye bağırıyordu. Nihayet William’ın olduğu yere gelmiş, onun otel müdürüyle yaptığı hararetli telefon görüşmesini anlamaya çalışıyordu…

William telefonu kapattığında yüzünün kireç gibi bembeyaz olduğunu gördü!

   Elizabeth;

- Çabuk söyle aşkım. Bu savaş uçakları neyin nesi? Neler oluyor burada?, dedi.

   William Elizabeth’e döndü, gözlerinin içine bakarak, kısık bir sesle solurcasına;

- Otel müdürü de bir şey bilmiyor tatlım. Ama öğrenir öğrenmez neler olduğu hakkında bilgi verecek, diyebildi sadece.

       Bu arada ikisi de eşyalarını toplamışlar, bir an önce oradan ayrılmanın telâşındaydılar. Çok geçmeden odalarındaki telefon çaldı. Ama aynı anda da otelin sirenleri de çalmaya başlamıştı!

William telefonu kapattığında;

- Tatlım adada savaş çıkmış, geçen uçaklarda Türk uçaklarıymış. Benim hemen görevimin başına dönmem gerekiyor. Ama sen korkma sakın, ben şimdilik buradayım, dedi.

Az sonra odanın telefonu bir kez daha çaldı! Telefonu açan William, onu arayan şahsı dikkatle dinledikten sonra;

- Anlaşıldı başkan. Ben bu bölgede kalır, size bilgi aktarırım ama yanımda karım Elizabeth var. O ne olacak? Onun bu savaş bölgesinden alınıp, derhal üsse götürülmesi gerekir.

         William bu telefon görüşmesinden sonra rahatlamış, kısa sürede içinde de kendini toparlamıştı. Elizabeth’e döndü;

- Süratle oteli terk etmeliyiz, az sonra bizi almaya bir araç gelecek. Beni görev yerime, seni de; emniyetli bir bölge Dikelya üssüne götürecek, dedi.

- Haydi, şimdi eşyalarımızı toparlayalım. Süratle lobiye gidelim. Yarım saate kadar bizi bu cehennemden çıkaracak araç burada olacak.

         William, Elizabeth’in bir şey söylemesine fırsat tanımamış, onun şaşkın bakışları arasında ikisinin de valizlerini hazırlamış, karısının elinden tutarak, adeta sürüklercesine otelin çıkış kapısına götürmüştü…  

       Elizabeth, adeta şoka girmiş, kocası ne derse onu yapıyordu!

Otelin lobisine geldiklerinde, burasının diğer İngiliz müşterilerle dolu olduğunu gördüler. Herkes büyük bir panik ve telaş içindeydi! Korku ve şaşkınlıkla konuşmaya çalışan otel müdürünün söylediklerini dinlemeye çalışıyorlardı. Lobide büyük bir uğultu vardı…

           Otelde bulunan İngiliz müşteriler, İngiltere Büyükelçiliğine gitmenin en uygun hal tarzı olacağını söylüyorlardı. Ama Büyükelçilik Lefkoşa’daydı, eğer bu uçaklar gerçekten de adada bir savaşın başladığının ilk işareti ise; Lefkoşa’ya nasıl, hangi araçla gideceklerdi?

             Bu esnada Beşparmak dağlarından topların ve patlayan bombaların sesleri geliyor, otel lobisinden görülebildiği kadarıyla denizden adaya doğru yanaşan savaş gemileri görünüyordu. Çevredeki yerleşim merkezlerinden de silah sesleri gelmeye başlamış, adanın tamamından keskin siren sesleri duyuluyordu. Evet, Kıbrıs’ta savaş başlamıştı… Otel müdürü, lobide toplanan uğultulu kalabalığa seslendi:

- Lütfen telaş etmeyiniz! Ordumuz, adaya gelme cüretini gösteren bu barbar Türklere gereken dersi verecek, onlara gününü gösterecektir. Şimdi lütfen beni takip ediniz, bizler için en emniyetli yer otelimizin şarap mahzenidir. Haydi, oraya gidiyoruz…

   Kalabalık bir anda buz kesmiş, gürültülü ortam ölüm sessizliğine bürünmüştü! Otel müdürü önde, İngiliz misafirleri arkasında hızlı adımlarla otelin şarap mahzenine indiler. Bundan sonrasını tatil hayalleri değil, savaşın getirdikleri belirleyecekti…

       Otelin lobisinde sadece Elizabeth’le kocası kalmıştı… Aradan birkaç dakika geçmişti ki; diplomatik plakalı bir araç otelin kapısına yanaştı. William karısına dönerek;

- Haydi, aşkım araç senin için geldi, ben burada kalacağım, görev beni bekliyor, dedi. Öpüştüler…

Elizabeth onu Larnaka Dikelya Üssüne götürecek araca binerken, kocasının kulağına fısıldadı;

- William, senin gerçek işinin ne olduğunu şimdi anladım. Ama ne olur kendine dikkat et, diyerek ona veda etti. Araç Elizabeth’i götürürken, William ardından uzun, uzun el salladı…

         Araç gözden kaybolduktan sonra; karısını almaya gelen araç şoförünün kendisine teslim ettiği çantayı açtı!

   Çantadan bir tabanca, bir fotoğraf makinesi, üzerinde İngilizce ‘’Press’’ yazan yaka kartıyla, bir de mektup çıktı.

William aceleyle mektubu açtı…

Mektupta şunlar yazıyordu:

‘’Yüzbaşı William, Türk Silahlı Kuvvetleri adaya çıkartma yapmıştır. Göreviniz bulunduğunuz yerden en kısa zamanda Girne’ye gitmek, gazeteci kimliğinizi kullanarak, bu harekât hakkında bilgi toplamaktır. Topladığınız bilgileri Boğaz bölgesindeki İngiliz Barış Gücü Komutanına teslim edeceksiniz. Elizabeth’i merak etmeyin. O üs bölgesinde emniyette olacak…’’

William basın kartını yakasına taktı, fotoğraf makinasını omzuna astı. Güneş gözlüklerinin ardına sakladığı gözleriyle çevreyi inceledi. Otelden dışarı çıktı. Aracını park ettiği yere doğru yürüdü. Ona verilen gizli görevini yapmak üzere, Girne’ye doğru hareket etti. Acele etmeliydi! Çünkü çevre köylerden, Beşparmak Dağlarından gelen silah sesleri giderek artıyordu…
"Kıbrıs" Diğer Yazılar