Önce Vatan (36)

12.07.2021
KANADALI GAZETECİ VE YAZAR NAOMİ KLEİN TEORİSİ: Pek çok ödül sahibi, "No Logo" adlı kitabıyla bütün dünyada adından söz ettiren Kanadalı Gazeteci,  yazar Naomi Klein'a göre: ‘’Küresel çaptaki serbest piyasanın, zafere demokratik araçlarla ulaştığı düşüncesi bir safsatadan ibarettir.’’   Aslında Klein’e göre;  Üstelik 'şok terapisi' doktrinine yönelik uygulamaların hemen ardından, toplumların hızla büyük çok uluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda sil baştan düzenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası aslında hiç de 11 Eylül 2001'le başlamamıştır.  Klein; bu politikanın izlerini çok gerilere, elli yıl önce Chicago Üniversitesi'nin iktisat bölümünün Milton Friedman'ın yönetiminde olduğu zamana kadar sürer…  Ona göre; Friedman'ın ve Chicago Okulu iktisadının görüşleri doğrultusunda, ekonomik politikalar, 'şok ve dehşet' salan savaşlar ile 1950'lerde CIA'in finanse ettiği üstü örtülü elektroşok ve duyusal yoksunlaştırma deneyleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi'ndeki 'hukuk-dışı' hapishanelere kadar devam ettirilmiştir…’’ (Bk. Kaynakça-26)  Naomi Klein'ın bu kitabı;   Şili'deki 1973 Pinochet darbesinden, 1989'da Çin'de Tiananmen Meydanı katliamına ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılışına kadar dünyanın manzarasını değiştiren olaylarda şok doktrini yönteminin nasıl uygulandığını, 'büyük şirketlerin çıkarlarını kollayan' yeni kapitalizm modelinin dünya halkları adına nasıl bir yıkım ve yoksulluğa yol açtığını takip etmek bakımından eşsiz bir kaynaktır.  Klein’e göre:  Kapitalizm, dünyada toplumlara uygulanan şok yöntemleriyle yayılmaktadır..!  Önce savaşlar, terör saldırıları, darbeler, ekonomik krizler ve doğal afetler yoluyla toplumlarda şok yaratılarak, mevcut düzen sarsılmaktadır.  Sonra da ilk şok’un yarattığı korku ve düzensizlik ortamında politikacılar ve şirketler aracılığıyla ikinci şok gerçekleştirilmekte; felaket kapitalizmi dayatılarak, yeni bir düzen kurulmaktadır.  Buna direnenler de, polis ve hapishane baskılarıyla karşı karşıya kalmaktadır.   Kurumsal küreselleşmeyi, kapitalizmi eleştirmekle tanınan, sosyal bir aktivist de olan Kanadalı yazar Klein’in bu teorisi; çok tabii ki kendi görüşlerine, analizlerine dayanmaktadır.  Ancak böylesine insanlık dışı uygulamalarla insanların kişilikleri, benlikleri silinirken; bu arada yepyeni bir köle toplum yaratıldığı da göz ardı edilmemelidir.  Bu bakış açısıyla;  Ülkemizde yaşanan önemli olaylar değerlendirildiğinde, toplumumuzun son dönemde yaşadıklarına bakıldığında, bunların her birisini bir şok dalgası olarak var sayarsak:  Yaşadığımız her çarpıcı olay, gerek politik ortamda, gerek iş hayatımızda, gerek insan ilişkilerimizde ve özellikle de medyamızda birçok fırsatçı, mevcut siyasi iradenin yanında ama bu iradeye dalkavukluk yapan insanlar da yaratmıştır denebilir.  İşte kişisel kimliklerin, belleklerin silinmesiyle birlikte; toplumların da bellekleri, kimlikleri silinmekte; yepyeni bir köle toplum düzeni böyle yaratılmaktadır.   Tabii ki bu bir varsayımdan ibarettir.  Ama bu olguyu en iyi yaratan da ‘’Emperyalizmden’’ başka bir şey değildir!  Emperyalizmin temsilcisi, dünya devi Amerika’nın bu tür uygulamalarının yansımalarını da Orta Doğu coğrafyasında görmek mümkündür…  Bu analiz çerçevesinde:  Ülkemizde yaşananlara baktığımızda; tabii ki, böylesine bir olgunun, hepimizin hakkı olan ‘’Hürriyetimizi’’ gasp edeceği anlamı da çıkarılmamalıdır.   Devletimizin güneydoğusunda, sınır ötesinde Kuzey Irakta, Suriye’de yaşanan, gelişen olayların asıl amacı; bölgede Amerikan yönetimine biat etmiş bir kukla Kürt Devletinin kurulabilmesi yönünde olduğunu ortaya koyan pek çok gelişmelerin yazılı ve görsel basına yansıdığı da unutulmamalıdır!     Barzani’nin 26 Şubat 2017’de Türkiye’ye yapmış olduğu ziyarette Atatürk Hava Limanına çekilen Irak Kürt Yönetimi Bayraklarının çekilmesinin yanı sıra; ‘Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ temsilcisi Barzani’nin, yakın bir zamanda Kürt Devletini ilan edeceği yönündeki haberleri basına çoktan düşmüştür. ( Böylesi bir oluşuma devletimizin yönetenlerin şiddetle karşı çıkmalarına rağmen, Eylül 2017’de bu yönde bir referandum yapılacağı bu yönetim tarafından açıklanmıştır. Sonucu bekleyip göreceğiz…) Ancak kuruluş aşaması açıklanan bu sözde devleti tanımaya hazır; Ermenistan, Yunanistan, İsrail, Fransa, Kanada, Küba ve tabii ki Amerika gibi ülkelerin varlığını duyuran Kürt TV haberlerine bakıldığında; bütün bunlar yanıltma haber değilse, gerçeğin ta kendisi neden olmasın? Zaten bu ülkelerden özellikle Amerika’nın başlatmış olduğu Afganistan’ın işgalinden, Irak’ın paramparça edilmesine; ardından Libya’nın aynı akıbete uğramasına, Ortadoğu’nun Arap Baharı adı verilen bir operasyonla Amerikan işgalinin başlamasının, son dönemeçte Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridorunun oluşturulması gayretlerinin temel nedeni de budur…  Böylesine büyük bir emperyalist kuşatma tehdidinin altında olan hürriyetimizin, vatan bellediğimiz topraklarımızın bu baskıdan kurtulabilmesinin yegâne yolunun; bundan 94 yıl önce şu söylemiyle Büyük Önder Atatürk’ün bize göstermiş olduğunu da unutmamak gerekir. Atamız;  ‘’Birinci vazifen. Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.’’ Diyerek, göstermiş olduğu bu çıkış yolunda; Türk Milletinin ne yapması gerektiğini söylemiş:  ‘’Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.’’ Demiştir.  FETÖ terör örgütüyle birlikte, milletimizi sırtından hançerlemek isteyen Fethullah Gülen adındaki o meczubun, ihanet dolu fetvalarına vicdanlarını teslim eden kimi hainlerin, 15 Temmuz 2016’da devletimizi ele geçirebilmek adına yapmaya kalkıştıkları kanlı darbe girişimi, milletçe önlenebildiyse eğer; bunun en büyük payı Büyük Türk Milletine aittir.   Çünkü Atatürk’ün vermiş olduğu vazife gereğince; Türk Milleti canı ve kanı pahasına İstiklaline de, Cumhuriyetimize de sahip çıkmıştır.   Birlik ve beraberliğimize olan hassasiyetimiz; istiklalimize, cumhuriyetimize, devletimize olan sadakatimiz, bu son vatan topraklarımızın bir kez daha mührü olmuştur.  Devletimizin böylesine önemli bir sürece maruz kalmasının hemen ardından, milletimiz bu defa da; devletimizin yönetim biçiminin değiştirilmesini, 94 yıllık Cumhuriyetimizin yönetim biçimi olan parlamenter demokratik sistemin 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak olan ve Anayasamızın 18 maddesinin değişeceği halk oylaması dönemini yaşamıştır   Pekiyi böylesine bir değişim için bu acele nedendi?  Ülkemiz ekonomik yönden kritik bir süreç yaşarken; O salya sümüklü meczubun, Fetö’nün ve milletimizi sırtından hançerleyen FETÖ terör örgütü mensuplarının yarattığı türlü olumsuzlukların izleri silinmemişken;   Bu alçak kalkışmanın dünya kamuoyundaki olumsuz etkileri sürerken,  Özellikle Rusya ile aramızdaki soğuk ilişkilerin turizm sektöründe ve ekonomimizde yaratmış olduğu olumsuzluklara ilaveten, FETÖ kalkışmasından sonra ülkemizde yaşanan güven sorununa, OHAL şartları da eklendiğinde;   Giderek daralan ekonomimize, bir de işsizlik oranının ikili rakamlara çıktığı böylesine kritik bir süreç yaşanırken;  Çözüm bekleyen bu devasa sorunlara rağmen, bir anda gelişen bir siyasi tercih ile ama daha da önemlisi muhalefetin küçük ortağınca destekleneceği açıklanan bir Anayasa referandumu ile ülkemizin yönetimi neden yeni bir şekle, yenilenen/dönüşen bir sürece götürülmek istenmiştir?  Onun içindir ki, devletimizin yönetim biçiminin değişmesini hedefleyen böylesine hayati öneme sahip bir karar öncesinin ve sonrasının çarpıcı gerçeklerini doğru ve tarafsız bir gözlemle incelemek en doğru tespit olacaktır. Böylesi bir tespiti yapacaklar ise yine tarih yazıcıları olacaktır.  Ancak bu oylama öncesinde ülkemizin siyasi atmosferi neleri getirmiş, seçim meydanlarında neler yaşanmıştır.  Yaşanan bu süreç; yıllar sonra bu önemli referandumu değerlendireceklere, gelecek nesillere, tarih yazıcılarına önemli ipuçları verecek, katkı sağlayacaktır.   Bu sürece de, kısaca bakmak gerekir.
"Siyaset" Diğer Yazılar