Önce Vatan (35)

11.07.2021
Son dönemde AB, BM, NATO ve neredeyse sınır komşularımızın tamamı ile kavgalı olan Türkiye; esasen 29 Ekim 1923 sonrasında Atatürk’ün başarıyla uyguladığı; ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ politikasıyla dış ilişkilerimize ‘’başarı’’ damgasını vurmuştur.   Günümüzde ise; birkaç Arap ülkesiyle kurulan dost ilişkilerin dışında, bu başarılı dönemden; ‘stratejik yalnızlığa’ itilmiş bir ülke görüntümüz oluşmuştur.  Laik, Demokratik, Parlamenter ve Sosyal Hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra geçen ilk on yıl ve sonrasında yoktan var edilen sanayi hamleleri ile öz varlığımızı güçlendiren cumhuriyetimizin ekonomik kazanımları; 2002 yılından beri yönetenlerce; özel sektöre, özellikle emperyalizmin vahşi kapitalist temsilcilerine, yabancı kuruluşlara özelleştirme adı altında satıla satıla bitirilememiştir!  Günümüzde yaratılan tüketici odaklı, tamamen dışa bağımlı ekonomi ile sanayileşmenin bir tarafa bırakıldığı; Tarımsal üretimde dünyanın kendi kendine yeten beş ülkesinden biri konumundan, bu ürünleri ithal eden ülke konumuna getirildiği;  Yeşil alanların yerini yolların, gökdelenlerin, AVM’lerin aldığı, bazı alt yapı çalışmalarıyla ekonomik başarı kazanılıyor izleniminin verildiği;  Ama bunun yanı sıra, OECD ülkeleri arasında, tüm ekonomik göstergelere göre uzak ara sonuncu gösterilen;   Son dönemde işsizliğin, enflasyon oranlarının ikili rakamları çoktan aştığı;  ‘The Economist Dergisi’ araştırmalarında; riskli ülkeler arasında günümüzde ilk sırada yer alırken, ekonomik başarı övgüleri yazdırılan Türkiye’m, canım ülkem…  Uygulanan yanlış dış politikalar sonucunda; batıya dönük yüzümüzde kısa sürede yitirilmiş dış saygınlığa yuvarlandığımız,   AİHM ‘de insan hakları ihlalleriyle en çok ceza alan ülkeler arasında ilk sıralara yerleşen,   Dış borcu 400 milyar USD’ ye aşan,    Eğitimde kargaşanın olduğu,    İlmin, bilimin görmezden gelindiği,    Sanatın içine tükürüldüğü,    Yargının adalet terazisinde arandığı,    Kadın haklarının giderek azaldığı,    Yaşam alanımızın neredeyse her yanına müdahale edildiği,   Polis korkusuyla yaşanılan,   Bizden olanlar ve ötekiler denildiği, toplumun kutuplaşmaya itildiği,   Saymakla bitmeyecek türlü olumsuzlukların yaşandığı ülkem…   Ve…   Bu gerçekleri, yaşananların pek çoğunu göstermeyen, görmezden gelen, dile getirmeyen, yazmayan yandaş basın, yandaş kalemler, ‘yandaş havuz medyası’ adıyla anılanlar..!   Ama unutulmasın ki;   Bu dönemde yaşanan her gerçek, tarihin unutmaz hafızasına kaydedilmekte, yazılmaktadır…  Tıpkı son dönemde;   Sözde ‘Balyoz Davası’ sonucunda ceza alan komutanların, yakınlarının her cumartesi günü ‘sessiz çığlıklarını’ duymazdan gelenleri,  Gezi parkı eylemlerinde; sırf demokratik tepkisel haklarını kullandıkları için maruz kaldıkları şiddet sonucunda hayatını, gözünü, bacağını kaybedenleri, 1984 yılından beri milletimizin, devletimizin baş belası PKK teröristlerinin, bu hain terör örgütünün, bu örgütün başı çocuk katili Abdullah Öcalan’ın vatan topraklarımızı bölüp, parçalamak amacıyla gerçekleştirdikleri tüm hainlikleri, işledikleri cinayetleri, bu hainliğin iç ve dış destekçilerini yazacağı gibi. Ve yine: Irak’ın Amerika tarafından yerle bir edilmesi sırasında 2004 yılında kurulan ama asıl faaliyetlerini Ortadoğu’nun Arap Baharı adı altında ABD tarafından paramparça edilmesi sonrasında etkinleştiren;      yaptıkları tüm eylemleri yüce dinimiz ‘’İslam’’ adına yaptıklarını savunan ama İslamiyet’le hiçbir ilişkisi olmayan DEAŞ terör örgütüne mensup kelle avcılarının, hem bölge ülkelerine ama en çok da yurdumuza verdikleri maddi, manevi zararı,  15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan, devletimizi ele geçirmek adına, milletimizi sırtından hançerleyen o salya sümüklü meczubun, Fethullah Gülen denilen hainin yönettiği FETÖ terör örgütünün giriştiği darbe teşebbüsünü, yapılan bu alçak ihaneti de yazacağı gibi.  Ve en nihayetinde; uzun bir süredir ‘buzdolabında beklemeye alınan’:  Ama esasen ülkemizin kuruluşunun temeli olan; Demokratik Parlamenter yönetim biçiminin, ‘’Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemine’’ dönüştürülmesinin oylandığı;   16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa referandumunda kullanılan oyların, iddialara göre 2,5 milyonluk bölümünün yasalara aykırı mühürsüz oy pusulalarında kullanılmasını kabul eden Y.S.K.’nın (Yüksek Seçim Kurulunun) bu süreçte oynamış olduğu kritik rolü, vermiş olduğu bu önemli kararı da yazacağı gibi.  Bilinmelidir ki:  Ülkemizin her karışının bedeli Türk Milletinin kanıyla, canıyla ödenmiştir. Hiç kimseye, hiçbir devlete borcu yoktur.   Birlik ve beraberliğimiz; devletimizin en büyük gücü olup, 94 yıllık cumhuriyetimiz, hepimize anamızın ak sütü gibi helaldir.   Bu ülke bir kan çanağının içinde doğmuştur.   Bu gerçeğin en çarpıcı görüntüsü; vatan ve vazife uğruna hayatlarını seve, seve feda eyleyen, Çanakkale’de şehitliklerimizde yatan 250 bin vatan evladıdır.  Şehitliklerimizde:  Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ıyla, Gürcü’süyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle koyun koyuna yatan ecdadımızın bu görüntüsü; günümüzün Türkiye’sine çok şey anlatmaktadır.   Bu görüntüye bakarak:   Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nasıl kurulduğu; bu kimliklerimizle kenetlenerek ‘Türk Milleti’ kavramının nasıl oluştuğu/oluşturulduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.  İşte bu tarihi gerçekler; hiçbir neden uğruna değişmez, değiştirilemez, dönüştürülemez.   Tıpkı Demokratik, Laik ve Sosyal yapısıyla asırlık bir çınar olan Cumhuriyetimizi özümsemiş, benimsemiş milyonların beyinlerine, kalplerine kazınmış Atatürk sevgisinin; ilke ve devrimlerinin; devletimizin temel nitelikleriyle birlikte; Türk Ulusunun milli değerlerinin değiştirilemeyeceği/ dönüştürülemeyeceği gibi…  Bu noktada durup, şu hususa önemle dikkat çekmek isterim:  Devletimiz kuruluşundan bugüne ne çektiyse, emperyalizmin temsilcileri, emperyalist kuşatmalardan çekmiş; başına ne geldiyse bundan gelmiştir..!  Emperyalizmin en önemli gücü, kullanmış olduğu başlıca yöntem; menfaatlerinin kesiştiği bölge ülkelerini çok uluslu şirketleri aracılığıyla ekonomik yönden etkisi altına almak, bu yönde türlü yöntemler uygulamaktır!  O nedenle ‘emperyalist güç’; küreselleşen dünya şartlarını kullanarak, hedefinde olan ülkeleri mecbur kalmadıkça savaşla değil, ekonomisinin gücünü kullanarak ele geçirmeyi hedef edinmiştir.  Emperyalist sistemin en büyük temsilcisi, ‘dünya imparatoru’ olmakta büyük bir mesafe alan ABD’nin; yönetimini ele geçirdiği, ya da kendine biat etmiş yöneticiler aracılığı ile adeta el koyduğu pek çok ülkede uygulamış olduğu yöntem de budur.
"Siyaset" Diğer Yazılar