O GECE - 9

04.05.2021
Her iki yanağını da sertçe tokatladı…

Yanına gelen tabur habercisi, Yıldırım Üsteğmeni, Tabur Komutanının yanına çağırdığını iletti. Yıldırım Üsteğmen seri adımlarla Tabur Komutanının yanına gittiğinde, kendisini bir aracın içinde beklediğini gördü! Şaşkın bir ses tonuyla;

- Emredin Komutanım beni istemişsiniz. Bu arada içinden ‘bu araçta nereden çıktı’ diye söylendi…

Tabur Komutanı;

   - Atla Yıldırım, Tugay Komutanı çağırtmış oraya gidiyoruz. Aracı da yakınımızdaki mücahit birliği komutanı göndermiş sağ olsun. Çok işimize yarayacak. Bildiğin gibi helikopterle getirecek halimiz yoktu, diye cevapladı.

Sonra da aracın mücahit şoföre dönerek;

- Sür bakalım. Ama farları yakmadan, çok yavaş…

   Mücahit şoför;

- Emredersin komitaniimmm, dediğinde… Kıbrıs Türk’ünün, Türkçeyi konuşma aksanının nasıl olduğunu orada öğrenecektiler…

   Mücahit şoför, aracın kontağını çevirmesiyle birlikte çalışan araç, gecenin sessizliğini patlayan bir top mermisi gibi bozuverdi…

Şaşırdılar! Şoför:

- Bunun silencer’iii yoktuuur komitaniimm…

   Anlaşılan araçta egzoz susturucusu yoktu! Aracın geceyi yaran gürültüsüyle birlikte, Tugay Komutanının bulunduğu yere hızla hareket ettiler. Tugay komutanının olduğu yere yaklaştıklarında; çevre nöbetçileri de telaşlanmış, bulundukları yere düşmanın ani bir tank taarruzu yaptığını sanmışlardı…

Gelen aracın bir Land Rover olduğunu fark edip, içinden de iki Türk komutanın çıktığını görünce rahatladılar.

Tugay Komutanı, onları oldukça sıcak bir tavırla karşıladı. Hal, Hatır sorma faslından sonra, Tabur Komutanına;

- Yarın sabah şafak vaktiyle Beşparmak dağlarının Girne Boğazıyla kesiştiği bölgenin doğusundaki Rum mevzilerine taarruz edecek ve o mevzileri ele geçireceksiniz. Daha sonra vereceğim emre göre hareket edeceksiniz. Gazanın mübarek olsun arkadaşlar.

- Emredersiniz komutanım’’ diyerek, Tugay Komutanının yanından ayrıldılar. İşte asıl görevleri şimdi başlıyordu. Adaya ineli bir gece geride kalmış; savaşın yakıcı sıcağını da, ölümün soğuk yüzünü de tanımışlardı…

Ama asıl bundan sonra o cehennemin içine dalacaklar, bundan sonraki görev er meydanına Allah, Allah sesleriyle yansıyacaktı. Bu cehennemi ortamda gerçek olan tek bir şey vardı ki; o da savaş meydanlarının yenilmez yiğidi Mehmetçiklerin sergilemiş olduğu cesaret, iman gücü, hiçbir güçlükten yılmamaları idi. Onlar savaşın içinde bambaşka bir hal alıyor verilen her görevi, canları pahasına hiç tereddüt etmeden yerine getiriyorlardı.

Tarih sayfalarına altın harflerle yazılı bu gerçeğe tanıklık ettiği için Yıldırım Üsteğmen kendisinin çok şanslı olduğuna inanıyordu. Böylesi bir görev kaç subaya nasip olabilirdi ki?

Taburun bulunduğu bölgeye döndüklerinde, havanın aydınlanmasına üç-dört saatlik bir zaman kalmıştı. Bu sürede onlar için taarruz edilecek bölgeye doğru, taarruz çıkış hattına yaklaşmalarına yeterdi…

Araçtan indiklerinde, bütün bölük komutanlarının tabur komuta yerinde onları beklediklerini gördüler. Bulundukları yerde büyük bir sessizlik hâkimdi. Bu sessizliği zaman, zaman Beşparmak Dağları istikametinden gelen makinalı tüfek atışları bozuyordu!

Tabur Komutanı onları daha fazla meraklandırmadan söze girdi:

   - Arkadaşlar sabah şafak vaktiyle birlikte, tam karşımızda bulunan Beşparmak Dağlarının Boğaz Bölgesi istikametindeki Rum mevzilerini, bu mevzilerin doğuya doğru uzanımında bulunan Rum yerleşim bölgelerini ele geçirme emri aldık, dedikten sonra; harita üzerinden taarruz edecekleri bölgeyi, ele geçirilecek Rum köylerini gösterdi.

Harita başına toplanan subaylardan çıt çıkmıyor, Tabur Komutanının emri büyük bir dikkatle dinleniyordu. Tabur Komutanı verilen görevi tam olarak anlattıktan sonra;

- Bir sorusu olan var mı? Diye sordu.

   İçlerinden sadece Yıldırım Üsteğmen;

- Evet, var komutanım var, diye cevapladı.

- Tamam, verdiğiniz emir çerçevesinde iki saat sonra Rum mevzilerine taarruz edeceğiz. Allah’ın izniyle bu görevimizi de kayıp vermeden yerine getireceğimize olan inancım tamdır. Ancak taarruz emrini verirken, çevremizde bulunan dost birliklerden hiç bahsetmediniz! Dağlar hattında savaşan komandolarımız şu an itibariyle nerede? Ya kahraman mücahit kardeşlerimiz hangi mevzilerde bulunuyor? Taarruz sırasında ateş desteği alabilecek miyiz?

Binbaşı Turgay; Yıldırım Üsteğmenin sorusuna kısa, net bir cevap verdi:

- Yıldırım’ım; savaşta başarı an be an değişir, bu değişimi savaşa giren birlikler sağlar. Hele ki dağ muharebelerinde Rum komandolarıyla savaşan birliklerimiz timler halinde hareket ediyorlar. Bu süreci harita üzerinde yapılan planlamalar değil, muharebe sahasında parlayan süngülerimiz belirler.  

   O nedenle, gün doğumuyla birlikte harekât arazisinde ne kadar çok parıldayan süngü görürsen, bilesin orada bizim aslanlarımız vardır. Çünkü Mehmetçiğin olduğu yerde, düşmanın süngüsü parlamaz.

Böylesi bir cevap, hamaseti yüksek ama bir o kadar da gerçekti. Zafer süngünün ucunda ise; tarih sayfaları Mehmetçiğin süngüsüyle kazandığı nice zaferleri yazmıştı.

   Şimdi de Kıbrıs’ta da yazacaktı. Adaya indikleri ilk andan itibaren, bölük komutanlarının vermiş olduğu isabetli emirler, soğukkanlı davranışları, askerlerin tümüne güven vermiş; en kıdemli subayından, en kıdemsiz erine kadar birbirleri arasında olağanüstü bir sevgi yoğunluğu oluşmasına neden olmuştu. Komutanlarına böylesine güvenen, büyük bir sevgi besleyen bu birliğin, savaş meydanında yerine getiremeyeceği bir görev olabilir miydi?

Üsteğmen Yıldırım, bu cevap karşısında çok heyecanlanmış olacak ki;

   - Anlaşıldı komutanım. Hele bir taarruza başlayalım, canımız pahasına da olsa, Rum mevzilerinin tamamını en kısa sürede ele geçireceğiz, diye cevapladı.

Tabur Komutanı;

- Haydi, arkadaşlar şimdi bölüklerinizin başına. Gazamız mübarek olsun.

Havanın aydınlanmasına az bir zaman kalmıştı. Birliklerimiz avcı kolu halinde taarruz yapılacak bölgeye doğru harekete geçmişler, en yüksek seviyede sessizlik tedbirleri uygulanıyordu.

Taarruza katılacak birliklerin taarruz bölgesine yapmış olduğu sessizce intikaline, çevreden gelen silah seslerinin eşlik ediyor ama onlardan çıt çıkmıyordu.

Bu yürüyüşleri kısa sürdü. Bütün birlikler taarruz düzenine geçmişler, tabur komutanından gelecek emri bekliyorlardı…

Güneş henüz yüzünü göstermemişti. Ama hava o kadar sıcaktı ki, nefes bile almak güçtü… Adanın Temmuz sıcağı can yakacağa benziyordu. Bir de çevredeki yangınlar eklendiğinde, hava sıcaklığının 50 derecenin üzerinde olacağı kesindi.

Üsteğmen Yıldırım, ’’Bu cehennemi sıcakta mürettebatla kullanılan silahların özellikle 12,7 mm’lik uçaksavar makineli tüfek ve mühimmatının, 81 mm’lik havanların, 57 mm’lik, 75 mm’lik geri tepmesiz topların, bunların cephane sandıklarının erlerin sırtında nasıl taşınacağını düşündü?’’

Çok zor olacaktı ama hem savaşacaklardı; hem de bu silahlar Mehmetçiğin omuzunda, kucağında nasıl olursa olsun mutlaka taşınacaktı.

En nihayetinde güneşin ilk ışıkları Beşparmak dağlarına düşmeden, emredilen saatte taarruz çıkış hattını geçtiler.

Taarruz başlamıştı…

Tabur birlikleri ‘’Allah, Allah’’ sesleriyle Rum mevzileri istikametinde ilerlemeye başladılar. Taarruz arazisi Beşparmak Dağları istikametinden geldiği belli Rum dağ topçusu ve havanları tarafından ateş altına alınmıştı. Ama Mehmetçik bu yoğun ateş gücü karşısında çelikleşmiş gövdesini siper etmiş, düşmanın üzerlerine yağdırdığı mermi yağmuruna aldırış etmeden komutanlarının vermiş olduğu emri yerine getiriyor, hiç tereddüt etmeden Rum mevzilerine doğru ölmek pahasına ilerlemeye devam ediyorlardı.

Bu taarruz mutlaka başarılmalıydı.

Yıldırım Üsteğmen, düşman mevzilerini tam cepheden gören bir yere mevzilenmiş, taarruz arazisini yoğun bir ateş altında tutan bir Rum makineli tüfek mevziini gözüne kestirmişti. Taarruzun başlamasıyla, birlikleri oldukça tesirli ateş altına alan bu makineli tüfeği elinde dürbün gözetlemeye devam eden Üsteğmen’e göre; Bu makineli tüfek mutlak surette susturulmalıydı. Çünkü bulunduğu yer, bölgenin en hâkim noktasında olduğu gibi; beton koruganla korunan bir mevziin de içindeydi.

Yanındaki telsizcisine, taburun tanksavar silah takım komutanıyla irtibat kurmasını emretti! Az sonra irtibat kurulmuş; takım komutanı telsizin başında hazırdı… Yıldırım Üsteğmen, telsizcisinin yanına doğru süründü. Telsiz mikrofonunu alarak;

   - Teğmenim, taarruz bölgemizi etkili bir şekilde ateş altına alan bir Rum makineli tüfek yuvası tespit ettim. Bu makineli yuvasının derhal susturulması gerekiyor. Ancak makineliyi beton bir koruganın içine gizlemişler. Benim elimde bu mevziiyi susturacak güçte bir silah yok! Bana nasıl yardım edebilirsin?’’

Tanksavar Takım Komutanı:

- Anlaşıldı komutanım, bulunduğunuz yeri bana tarif ediniz, oraya 75 mm’lik bir geri tepmesiz top göndereceğim. Bu silah, o belayı susturmanıza yeter.

Üsteğmen Yıldırım bulunduğu yeri tarif etti. Taarruz bölgesi düşmanın yoğun makineli tüfek atışı altındaydı. En ufak bir kıpırtıda dahi yüzlerce mermi o bölgeye yoğunlaşıyordu...

Buna rağmen Yıldırım Üsteğmenin istemiş olduğu 75 mm’lik geri tepmesiz top kısa bir süre sonra oraya gelmişti. Yıldırım Üsteğmen gelen topun nişancısına döndü,

- Oğlum, karşımızdaki Rum makineli tüfek mevziisinin yerini tespit eden kişi olarak, onu etkisiz hale getirmek benim görevim. Kaldı ki, bu mevziiyi 2-3 saatten beridir ben takip ediyorum. Sen şöyle yanıma mevzilen bakayım, dedi.

Topun başına geçen Üsteğmen Yıldırım, sağ gözünü dikkatle top dürbününe dayadı. Nişangâhta gözüken artının tam da ortasını Rum makineli tüfek mevziisinin bulunduğu yere getirdi. Nefes dahi almadan geri tepmesiz topun tetiğine dokundu.

Birkaç saniye içinde düşmanın bu mevzii yerle bir olmuş, taarruz eden birliklerimiz rahat bir nefes almıştı.

Tam bu esnada Üsteğmen Yıldırımın bulunduğu yerin hemen önündeki kayalıklara peş, peşe üç mermi isabet etti. Mermilerin tesiriyle sıçrayan kaya parçalarından bir kaçı, üsteğmenin çelik başlığına isabet etse de herhangi bir zarar vermemişti ama Yıldırım Üsteğmen ilk kez ölümün sıcak nefesini hemen yanı başında hissetmişti!

‘’Öldürmeyen Allah, öldürmüyor işte’’ diye düşündü.

Hem daha yapılacak çok iş vardı. Rum mevzileri ele geçirilmişti ama şimdi de, Rumların yerleşim bölgelerinin ele geçirilmesi gerekiyordu. Bu arada sırtlar hattında savaşan komandolarımıza, bizim burada olduğumuzu, Rum mevzilerinin ele geçirildiğini bildirmek gerekiyordu.

Ama nasıl?

Ancak hava kararmaya başlamış, birlikler arasındaki koordinasyon henüz tam olarak sağlanmış da değildi!   Gece muharebelerinde arazinin iyi bilinmesi gerekiyordu. Onlar ise bu bölgeye ilk kez ayak basmışlardı…

Bu sırada, Tabur Komutanının Telsiz anonsu duyuldu:

- Bütün birlik komutanları ele geçirdikleri bölgede tertiplenerek çevre emniyet alsınlar. Harekâta yarın sabah şafak vaktiyle devam edilecektir. Birlikler en kısa zamanda zayiat raporlarını bulunduğum yere ulaştırsınlar. Ben 2’nci bölüğün havan takımının olduğu yerdeyim, emrini verdi.

   Rum köylerinin ele geçirilmesi ertesi sabaha kalmıştı…

Üsteğmen Yıldırım, takım komutanlarıyla ayrı, ayrı telsiz görüşmesi yaparak, zayiat raporlarını ve varsa taleplerini habercileri vasıtasıyla göndermelerini istedi! Çünkü Rumlar, kullanmış oldukları telsizlerin frekansına girerek, Türkçeyi de çok iyi anladıklarından, her şeyi öğrenebiliyorlardı. Bu nedenle en iyisi irtibatın habercilerle sağlanmasıydı. Hem kullandıkları telsizlerin bataryaları yeterince güçlü olmadığından, irtibatları da o nispette aksayabiliyordu!

Hava artık iyice kararmıştı…

Yıldırım Üsteğmen, Tabur Komutanının yanına kendisi giderek vukuat tekmilini vermiş, hem de komutanını görmek istemişti. Bu sırada taburun kıdemli Yüzbaşısı da oraya gelmişti, bir de tabura nereden katıldığı belli olmayan, şişman bir mücahit çavuşuyla birlikte dört kişi olmuşlardı…

Bulundukları bölgenin hemen dibinde bir kireç ocağı vardı. Tabur komutanı çevre emniyetini aldırarak, burasını tabur karargâhı olarak seçmişti. Arazide belli bir noktaydı ama kireç ocağının hemen girişinin beton korumalı olması, geceyi orada geçirmeleri için iyi bir yer olacaktı.

Çok açtılar, susuzdular!

Türkiye’den hareket edip de adaya geleli 5 gün geçmiş, ne sıcak bir şey içmiş, ne de yemişlerdi. Gerçi, bu sıcak havada sıcağa değil soğuk içeceğe ihtiyaçları vardı ama ne gezer onlar henüz içecek su dahi bulamamışlardı. Arazide kimi zaman su kuyularını rastlamıyor da değildiler. Ancak rastladıkları su kuyularının tamamı Rumlar tarafından kirletilmişti. Bu kuyulardan ya insan cesedi, ya da hayvan leşi çıkıyordu!

Anlaşılan o ki, Bu gecede aç ve susuz geçecekti…

O esnada taarruz sırasında aralarına katılan, adının Abdullah olduğunu öğrendikleri mücahit çavuşu kireç ocağının sessizliğini bozuverdi;

- Komutanım izniniz olursa ben size az da olsa biraz yiyecek bulabilirim, dedi.

   Hepsi şaşırmıştı! Tabur Komutanı:

- Nerden bulacaksın oğlum? Savaşın orta yerinde nereye gidecek, nereden yiyecek alıp da geleceksin? Mücahit Abdullah Çavuş;

- Komitanimm, ben helikopterlerle hemen şu inme bölgenizin yakındaki Rum-Türk karma köyündenim. Zaten köy çoktan boşaldı ama Rumların evlerinde çok yiyecek var. Savaştan önce hep depolamışlardı. Ben oraları bilirim. Bir koşu gider, köy yerinde ne kaldıysa alır gelirim. Ne dersiniz?’’

Tabur Komutanı;

- Pekiyi, sana 2 saat müsaade. Git bakalım, ne bulacaksın? Ancak dönerken dikkat et! Dikkat et ki, peşine Rum askerleri takılmasın.

Abdullah Çavuş,

- Emredersin komitaniim’’ diyerek, gecenin karanlığında kayboldu!

   Çevreden silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Muhtemelen, bulundukları araziyi çok iyi bilen Rum komando birlikleri, kaybettikleri yerleri geri alabilmek için oralara bir sızma yapabilirlerdi. Kaldı ki, Rumlar gece muharebelerinde oldukça iyi savaşıyorlardı.

Tabur Komutanı, orada bulunan Yüzbaşı Şadi’ye;

- Şadi Yüzbaşım, Bölüklere tebliğ edin! Çevre nöbetçilerini arttırsınlar. Rum komandoları Beşparmak Dağlarındaki mevzilerinden, bulunduğumuz araziye sızma harekâtı yapabilirler. Dikkatli olsunlar!’’

Şadi Yüzbaşı;

- Emredersiniz Komutanım’’ diyerek, Tabur Komutanın bu önemli emrini, bütün birlik komutanlarına iletti.

Aradan uzun bir süre geçmişti ki! Boğaz bölgesine giden Abdullah Çavuş geri döndü. Beraberinde hepsini şaşırtan yiyecekler de getirmişti.

Köy ekmeği, Kocaman bir karpuz, bir kalıp da hellim peyniri…

Bu yiyecekler, geceyi kireç ocağında geçirecek herkes için gerçekten de büyük bir sürpriz olmuştu…

Tabur Komutanı:

   - Aferin be çavuş, getirdiğin bu nimetler çok makbule geçti. Hadi Yıldırım paylaştır da midemiz bayram etsin. Kaç gündür açız biliyorsun, diyerek, bulunduğu yere oturdu…

Yıldırım Üsteğmen kasaturasını çıkarttı, ekmek torbasının üzerine koyduğu Karpuzu ve hellim peynirini dört parçaya bölerek, herkesin payına düşenleri uzattı. O gece belki de hayatlarında yedikleri en lezzetli karpuz ve peyniri yediler…

   Ancak Yıldırım Üsteğmen elindeki karpuz parçasını silkeleyerek çekirdeklerini çıkartmak isterken, bir şanssızlık yaşamış; o ani hareketi sırasında parmağındaki alyans fırlayarak kireçlerin arasında kayboluvermişti! Telaşla kireçle kaplı zeminde kaybolan alyansını aradı ama ne çare bulamamıştı. Çok üzüldü.
"Kıbrıs" Diğer Yazılar