O GECE - 4

29.04.2021
Üsteğmen Yıldırım’ın gözleri tabur komutanını arıyordu. Nihayet bir harnup ağacının altında olduğunu tespit etti. Koşarcasına yanına gitti. Ve heyecanla;

   - Komutanım nasılsınız, nihayet size ulaştık, dedi.

Tabur Komutanı;

- Merhaba Yıldırım, geç oldu ama nihayet birliklerimiz toplanmaya başladı. Baksana adaya ineli 6 saat geçti, saat 16.00 olmuş bile. Kucaklaştılar…

            Allahtan bu saatler boyunca bir kayıp vermemişlerdi. Ama Beşparmak Dağlarında, bu dağların eteklerindeki Rum köylerinde ama en çok da Lefkoşa ile Girne’yi birbirine bağlayan Boğaz bölgesinde çatışmaların çok şiddetli olduğu haberi geliyordu. Bulundukları bölgeye de zaman zaman topçu ve havan mermileri düşüyor, Rumların uzun namlulu silahları bölgeye yağmur gibi kurşun yağdırıyor; özellikle de yaya birliklerimizin üzerine uçaksavar silahlarıyla ateş ediyorlardı… Hepsi açtılar ama en çok da susuzdular… Bir şekilde açlığa dayanıyorlar, helikopterle gelirken yanlarına aldıkları demirbaş erzakla idare ediyorlardı ama o susuzluk yok mu, o susuzluk? İşte buna dayanmak çok zordu. Mataralarındaki su çoktan bitmiş; susuzluklarını inme bölgesinde rastladıkları yaban armudu ağaçlarının meyvesinden, ya da rastladıkları üzüm bağlarındaki koruk üzümlerden yiyerek gidermeye çalışıyorlardı..!

         Aradan bir saat geçmişti ki, taburun emrine verildiği komando tugayından gelen bir haberci; Tugay Komutanının, taburun komutanını yanına istediği emrini getirdi. Hep birlikte acaba taburun ilk görevi ne olacak diye düşündüler! Öyle ya, adada en sıcak çatışmaların yaşandığı bölgeye inmişler, tabur toparlanmıştı ama henüz taburun nerede görevlendirileceği belli değildi…

Taburun Komutanı Yıldırım Üsteğmene dönerek;

- Yıldırım diğer bölük komutanı arkadaşlarımla temas kur. Ben Tugay Komutanından emir alıp, buraya döndüğümde, hepsi burada toplanmış olsun.

        Üsteğmen Yıldırım emri alır almaz telsizle bu çağrıyı yaptı. Kısa bir süre sonra diğer bölük komutanları da orada toplamıştı. Hepsinin saç sakalı birbirine karışmış, kimisinin kıyafeti yanan arazinin kömür karasına bürünmüş, kimisinin terden sırılsıklam olan kıyafeti toprağa bulanmış adeta doğal bir kamuflaja dönüşmüştü…

         Türkiye’den adaya hareket ettikten sonra ilk kez bir araya geliyorlardı. Sarmaş dolaş olup, hasret giderdiler. En çok da, henüz bir kayıpları olmadığı için sevinçliydiler. Nihayet adada alacakları ilk görev ne olacaktı? Az sonra onu da öğreneceklerdi.

Tabur Komutanı çok geçmeden bölgeye geldi.

Ve…

Merak içinde onu bekleyen bölük komutanlarına dönerek;

   - Arkadaşlar, görevimiz belli oldu. Tugay Komutanımız adaya atlayış yapan paraşüt birliklerimizin, helikopterlerle indirilen komandolarımızın kullanmış olduğu bu bölgenin çepeçevre savunulması emrini verdi. Şimdi bölük komutanlarım kendilerine ayrılan bölgelerin nereleri olduğunu öğrenmek üzere haritalarını çıkarıp yanıma gelsinler.

        Ateş hattının tüm acımasızlığı devam ediyor, bulundukları bölgenin yakınlarına sürekli top, ya da havan mermileri düşmeye devam ediyordu. Tabur Komutanı; kısaca hangi bölüğün nerede konuşlanacağını harita üzerinde gösterdikten sonra bölük komutanları birliklerinin başına hareket ettiler.

         Henüz uzaklaşmamışlardı ki, bulundukları bölge bir anda cehennem yerine döndü. Düşman topçusunun ileri gözetleyicileri oradaki hareketliliği tespit etmiş, toplandıkları bölgeye top ve havan mermileri yağmaya başlamıştı…

           Bulundukları bölge tam bir cehennem yerine dönmüştü. Arazide buldukları çukurluklara, sütre gerisine adeta yapıştılar. Yapacakları başka bir şey yoktu! Ancak böyle devam ederse, onlara verilen görevi yerine getirmekte gecikeceklerdi. Çünkü inme bölgesine hala personel, mühimmat ve diğer malzemelerle takviye yapılıyor, Türkiye’den gelmeye devam eden helikopterler, ne varsa buraya indiriyordu…

   Saatler ilerlemiş, bir an önce bu bölgenin emniyete alınması gerekiyordu. Hem Rumların ellerinde bulunan zırhlı personel araçları ve tanklarıyla inme bölgesine bir taarruz yapmaları da ihtimal dâhilindeydi.

Üsteğmen Yıldırım; az ilerisinde taburun emrine verilen hava irtibat subayını fark etti! O tarafa doğru dönerek;

   - Yüzbaşım, bu cehennemden kurtulmamız gerek! Bulunduğumuz bölgeyi ateş altına alan düşman, topçu ve havan birliklerini susturmak için hava kuvvetlerimizden destek istesenize. Bize bir tek onlar yardım edebilirler, diye bağırdı…

   Beşparmak dağlarının hemen dibindeki toplanma bölgesi, onlar için giderek kritik bir hal alıyordu. Bu dağlarda mevzilenen Rumlar; tamamen hâkim arazideydiler. Düşman ileri gözetleyicileri, onların her hareketini rahatlıkla izleyebiliyordu!

Yüzbaşı eliyle tamam işareti yaptı. Ancak bulundukları bölge öylesine bir ateş altına alınmıştı ki, kıpırdamaları dahi mümkün değildi! Tam o esnada bulundukları yerin 25-30 metre ilerisine bir grup havan mermisi düştü…

Her taraf büyük bir toz kümesine bürünmüştü! Bu arada düşen mermilerin tesiriyle bir Mehmetçiğin o toz toz kümesiyle birlikte havalandığını, mermilerin açtığı çukur içinde kaybolduğunu fark ettiler.

Olayın şokunu atlatan Üsteğmen Yıldırım ve hemen yakınında ki Yüzbaşı Sadi ile birlikte o erin yanına doğru fırladılar.

Mehmetçik mermilerin açtığı çukurun içinde kıvrılmış yatıyordu. Kızgın güneşten kavrulmuş sakallı yüzü yeşilimsi bir renk almış, tebessüm eder gibiydi. Gözlerinin canlılığı kaybolmamıştı. Sağ bacağı hemen dizinin altından kopmuş, bir karış kadar bir kemik parçası bıçak gibi ucunda duruyordu. Sağ eli ile potininin içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk ayağını sımsıkı tutuyordu. Bacağının koptuğu yerden fışkıran kutsal tertemiz kanı toprakta küçük bir kan gölü oluşturmuş, adeta fokurduyordu…

Yıldırım üsteğmen o yiğit kahramanın yaşayıp, yaşamadığını kontrol etti.

- Allah’a çok şükür yaşıyor, diye bağırdı…

Ama durumu oldukça kritikti! Kaybedecek bir dakika bile yoktu. Zamanla yarışmaya başladılar… Hemen taburun doktoruna haber verdiler. Olaydan haberdar olan Tabur doktoru sürünerek yanlarına geldi. Öncelikle kanın durması için hemen ilk müdahaleyi yaptı.

Bu arada Üsteğmen Yıldırım telaşla,

- Çevreden hemen bir araç bulunmalıyız. Bu kan durmazsa onu kaybedeceğiz, dedi.

Yaşanan bu olaydan orada bulunan herkes çok etkilenmişti.

Bu sırada bacağı kopan er hafifçe kıpırdadı! Kendine gelmişti… Şaşkın gözlerle çevresindekilere baktı;

   - Niçin telaş ediyonuz komutanım? Gözlerindeki yaşlar niye ki? Anamız bizi bu günler için doğurmadı mı? Hele bir cigara verin, diye mırıldandı. Tekrar bayıldı.

   Hiçbir şey söyleyemediler! Ancak Üsteğmen Yıldırım, ağlamamak için dudaklarını öylesine ısırmış olacak ki; yanındaki er:

   - Komutanım ağzınızdan kan geliyor, bir şey mi oldu?, diye sordu.

   Üsteğmen titreyen sesiyle, sadece;

– Hayır, diyebildi.

   Aslında o kan, paramparça olan yüreğinden geliyordu. Yıldırım Üsteğmen ellerini gökyüzüne açarak;    

   - Yüce Allah’ım ne olursun bu yiğit askeri sevenlerine, yurdumuza bağışla, diye haykırdı.

   Telsiz teması kurdukları Kıbrıs Türk Mücahitlerinden üzerinde Kızılay amblemi olan bir Land-Rover araç temin edildi. Ayağı kopan o kahraman Mehmetçiği araca yüklediler.    

   Şoföre;

- Onu süratle Lefkoşa Türk kesimindeki genel hastaneye götürmesi talimatını verdiler.

Artık savaşın sıcak yüzü onları da yakmaya başlamış, savaşın ilk zayiatını vermişlerdi. İnşallah bu kadarla kalır diyerek, hep birlikte dua ettiler.

Kısa bir süre sonra savaş meydanlarının çelik kanatlı kartalları kahraman Türk pilotları bulundukları yere gelmiş, yaptıkları isabetli atışlarla, düşman topçusunun mevzilerini yerle bir etmişler, bölgenin az da olsa emniyetini sağlayabilmişlerdi.

Tabur personeli derin bir nefes almıştı…

Bu sırada tozu dumana katan bir aracın hızla bulundukları yere doğru geldiğini gördüler! Çevre emniyetini alan nöbetçiler, gelen aracı hemen durdurmuş; araçtan indirdikleri mücahit kıyafetli birisini kısa bir sorgulamadan sonra, tabur komutanının bulunduğu yere getirdiler.

Gelen mücahit yakınlardaki mücahit birliğinden geldiğini, hemen çevre köylerde görev yaptığını; inme bölgesine 8-10 km yakınındaki Ceylanpınar-Fotta istikametinden buraya doğru, Rum tanklarının, zırhlı araçlarının ilerlediğini, muhtemelen yarım saat içinde bulundukları bölgeye taarruz edecekleri haberini getirdi.

             Tabur komutanı, birliklere derhal çepeçevre tanksavar savunmasına geçilmesini; ne kadar geri tepmesiz top var ise o istikameti tıkayacak şekilde mevzilenin emrini verdi.

Gittikçe yaklaşan Rum tanklarının palet sesleri duyulmaya başlamış, bir taraftan da bulunduğumuz bölgeyi ateş altına almaya çalışıyorlardı! Rum tankları bölgeyi ateş altına alırken, orada bulunan ACT (yer-hava irtibat subayı), uçaklarımıza durumu bildirerek hava desteği istemişti.

Çok geçmeden Hızır gibi yetişen uçaklarımız, Rumların, inme bölgesini ele geçirmek amacıyla başlattıkları bu zırhlı birlik harekâtını püskürterek, tümünü yakıp, kül ettiler. Bulundukları mevziden hava bombardımanını izleyen Yıldırım Üsteğmen ve Turgay Binbaşı sevinç çığlıkları atıyordu. Askerleri zayiat vermeden bu taarruzu da atlatmışlar ve oldukça rahatlamışlardı.

   Yıldırım Üsteğmen çevreden duyulan seslere kulak kabarttı; Artık gecenin karanlığı ada üzerine iyice çökmüş, sadece Beşparmak dağlarında devam eden çatışmanın sesleri duyuluyordu. Bulundukları yere oldukça yakın olan Beşparmak Dağlarından açılan ateş, silahların namlu ağız alevleri, atılan izli mermilerin ölümcül ışıltısı, oraları, sanki bayram yerine çevirmişti...

       Ama bu bir bayram eğlencesi değildi ki! Tam tersine savaş denen canavarın ta kendisi, ölüm saçan ağız aleviydi! Gece karanlığında o dağlarda savaşan silah arkadaşları için dua etti…

         Herkes çok yorgundu… Adaya inişimizden itibaren yaşadığımız olaylardan, tüm personel çok etkilenmişti. Ancak savaş devam ediyordu… Kaderlerinde ne varsa onu görecek, onun sonucuna katlanacaklardı.

   Tabur Komutanı hava iyice kararmadan önce telsiz anonsu yapmış, bütün birliklerin bulundukları yerde mevzi kazmalarını, geceyi bu mevzilerde geçirecekleri emrini vermişti. Şimdi bütün birliklerimiz inme bölgesinin çepeçevre emniyetini almış şekilde, herkes kendine uygun baş siperini giderek boy siperi haline döndürmenin gayretindeydi. Gece, burada geçirilecekti…

       Bulundukları araziyi iyi tanıyan Rum birliklerinin geceleyin bir sızma yapmayacağını kim garanti edebilirdi ki? O nedenle çevre iyi kontrol altında tutulmalı, personel kendi emniyetini iyi almalıydı. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, hafif bir rüzgâr çıkmıştı! Üsteğmen Yıldırım’la, Üsteğmen Kadir aynı mevzideydiler. Adaya da aynı helikopterde gelmişlerdi. Onlar da çok yorgun düşmüşler, göz kapakları giderek ağırlaşmıştı! Ancak uyumamaları gerekiyordu. Zira düşmanın gece karanlığından istifade ile inme bölgesine yapacağı bir sızma; onlara kayıplar verdirebilirdi… O nedenle uyanık kalmak için konuşmaya başladılar. Adaya gelmeden önceki hayatlarını anlatıyorlardı… Yıldırım Üsteğmen Ankara’ya tayin olduktan sonra yaşadıklarını, Kadir Üsteğmen de Kayseri’deki birliğinde yaşadıklarını…

Ama ne çare!

Uykusuzlukları giderek ağır basmaya başlamıştı. Öylesine uykusuzdular ki! Gözleri açık olduğu halde hayal görmeye başlamışlardı. Öyle ki, Yıldırım Üsteğmen en son;

- Kadir yahu bak adamlar yavaş, yavaş üzerimize doğru gelmeye başladılar! Dikkatli olalım! Bak, bak yaklaşan şu ışıklara bak!, diye fısıldadı…

   Yorgunluktan, rüzgârın etkisiyle arazide sallanan ağaç dallarını, yüksek otları, uzaktan uzağa gördükleri ışıkları, onlara doğru gelen Rum savaşçıları sanmışlardı! Yorgunluğun verdiği rehavete, uykusuzluğun verdiği ruh haline teslim olmuşlar hayal görüyorlardı…

15 Temmuz gecesini de saydıklarında tam sekiz gecedir uykusuzdular… Bu nedenle kan çanağına dönen gözler, ilk kez uykusuzluğa yenik düşmüştü! Bu uykulu halleri onların sallanan ağaç dallarını, yüksek otları üzerlerine gelen Rum askerleri olarak görmelerine neden olmuştu.

Yıldırım Üsteğmen de o kadar yorulmuştu ki… Yorgunluktan halsiz düşen bedeni, uykusuz geçen geceleriyle birleşmiş; gecenin rengi, uykunun rehavetine teslim olmak üzereydi! Direndi, direndi...

En azından savaşa gelmeden önce yaşadıklarını düşünerek, uyanık kalmayı denedi. Adaya gelmeden yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı, sevdiklerine odaklandı, kendi kendine konuştu, sayıkladı ama yapamadı. Göz kapakları günlerin uykusuzluğuna teslim oldu…
"Kıbrıs" Diğer Yazılar