O GECE - 37

03.06.2021
Muhtarın anlattıklarını Rumcaya çeviren Helena duydukları karşısında o kadar duygulanmıştı ki, o da gözyaşlarına mani olamadı, ağlıyordu… Maria bu yaşlı adam, o geceyi ancak bu kadar iyi anlatabilirdi diye düşündü… Demek ki, o gece unutulmamıştı. O gece her ne yaşanmışsa hepsi hala yaşıyordu. Ama her şeyden önemlisi Maria’yla birlikte o geceyi yaşayan bir Türk askeri karşılarında duruyordu…

   Muhtar Mehmet Çavuş anlattıkları bittiğinde Maria’ya döndü;

-   Sen Maria’sın değil mi? O gece bizim komutana tercümanlık yapan kız. Seni az önce ilk gördüğümde beynimin içinde bir şimşek çakmıştı sanki! Acaba, o mu demiştim? Ondan kafamı sallamış ama içimden de olamaz dedim! Demek o kız sendin, değil mi?…

Maria’nın heyecandan sesi kısılmıştı;

-   Evet, o kız benim, diyebildi…

       Muhtar Mehmet Çavuş,

-   Hoş geldin kader arkadaşım, sefalar getirdin evime. Seni yıllar sonra ailenle birlikte buralarda tekrar görebilmek ne büyük talih böyle, dedi.

                      Maria, duydukları karşısında daha fazla dayanamamış, yerinden kalktığı gibi; muhtarın boynuna sarılmıştı bile. Birbirlerini yıllardır arıyormuşçasına hasretle kucaklaştılar. Bu manzara orada bulunan herkesi derin düşüncelere gark etmişti..

                  Muhtar Mehmet Çavuş Maria’nın yanına oturduktan sonra,

-   Bak, şu su kuyusunun üstünde bakır bir kap duruyor, gördün mü onu? diye sordu.

    Maria;

-   Evet, bahçeye oturduğumda dikkatimi çekmişti! dedi.

   Muhtar devam etti;

- O gece siz o binada tutsakken; aranızda bulunan hamile kadınlar, küçük çocuklar içsin diye o kapla size süt getiren asker bendim, dedi.

                     Bütün bu anlatılanları, orada yaşanan manzarayı, şaşkın ama bir o kadar da gururla izleyen Hristo ayağa kalktı, Muhtar Mehmet Çavuşa dönerek;

-   Sana ve oradaki tüm arkadaşlarına minnet borçluyum. Senin gibi iyi yürekli insanlar olmasaydı. Ben Maria’ma kavuşamayacaktım. Sağ olun hepiniz, orada bulunan tüm askerleriniz sağ olsun. Sizlere minnettarım, dedi.

                 Yıllar sonra da olsa Maria’nın yüreği serinlemiş, içini güzel duygular kaplamıştı. Şimdi sıra, en zor soruya gelmişti! Maria, Muhtar Mehmet Çavuşa dönerek;

- Pekiyi o gece tercümanlığını yaptığım o komutanınıza ne oldu? Hala yaşıyor mu? Adını bana söyler misin? Sorularını ard arda sıralarken, kalbi yerinden fırlamış gibi sesi kulaklarında atıyordu… Muhtar Mehmet yerinden kalktı, bahçede gördükleri ‘Mehmetçik’ heykelinin yanına gitti…

- Hiç bilmez miyim o komutan kimdir? O benim de bölük komutanımdı. O gece sizler için neler yaptığını, esirleri onun serbest bıraktığını bütün asker bilir. O var ya, o genç bir panterdi. Çok yürekli, çok yiğit bir komutanımızdı, dedi.

                  Helana, muhtarın sözlerini aynen tercüme etmeye çalışıyor, söylenenleri eksiksiz anlatıyordu… Maria muhtarın her sözünü adeta beynine mıhlıyordu! Anlatılan her şey, onun kahramanını gözünde biraz daha yüceltiyor, gönlü coşkuyla çarpıyordu…

Muhtar,

-   Şu asker heykelini görüyor musunuz? İşte o heykeli de bundan birkaç yıl önce o ve onun birliğinde savaşan Fikret Teğmen, o günlerin anısına Türkiye’de yaptırıp, buraya gönderdiler, dedikten sonra;

- O, çok iyi bir insan olduğu kadar askerini de çok seven birisiydi. Savaştan yıllar sonra tekrar Kıbrıs’a geldi adada Binbaşı rütbesiyle iki yıl daha görev yaptı. Benim de bu köyde muhtar olmamı öneren, bana bu konuda yardım eden de odur. Ah be Komutanım, nerededir kim bilir şimdi? Dedi.

     Maria,

- Hepsi bu kadar mı? dedi. Helana tercüme etti…

     Muhtar başıyla ‘hayır işareti’ yapıp, kendisini takip etmelerini istedi… Hep birlikte muhtarın evine girdiler! Evin girişi büyükçe bir salona açılıyordu. Girer girmez salonun karşı duvarına asılı bir çerçeve gördüler. İçinde bir yazı vardı! Türkçe olan bu yazıda ne yazıldığını bilmiyorlardı ama o yazının başında bir de resim vardı…

   Maria o resmi gördüğünde, büyük bir sevinç çığlığı attı! Gözlerine inanamıyordu…

-   İşte o, işte benim kahramanım, diye bağırdı. Sonra da Hıristo’sunun elinden tuttu.

-   Sevgilim, bak işte o, diyerek… Bir taraftan eliyle resmi okşar gibi dokunuyor, bir taraftan da resme bakarak konuşuyordu,

-   Resmin de olsa nihayet seni son bir kez daha gördüm, hayatımı borçlu olduğum insan, sana tüm kalbimle minnettarım. Yaşadığım müddetçe kahramanım olarak hatırlayacağım seni cesur Türk, diye mırıldanıyordu…

   Hristo, karısına sıkıca sarıldıktan sonra;

- Sevgili Maria’m o sadece senin değil, benim de kahramanım. Sana hayatını bağışladığı, bizim kavuşmamızı sağladığı, bugün böylesine mutlu bir hayatımız olduğu için, ben de ona minnettarım, dedi. Maria artık çok mutluydu… Helena’dan O Türk Komutanın resminin de bulunduğu yazıda ne yazılı olduğunu okumasını, kendilerine anlatmasını istedi.

   Helana yazıyı hem okudu, hem de tercüme etti… Yazı da köyün kimler tarafından ele geçirildiğini, köyün ismini de resmi olan komutanın koyduğunu yazıyordu…

   Köyün adı burada savaşırken ‘şehit olan bir Türk askerinin soyadını’ taşıyordu. Köyün adı, ‘’Haspolat’tı…’’ Bu köye adını veren komutanın adı ise Üsteğmen Yıldırımdı…

       Muhtar söze girerek;

-   Evet, komutanımızın adı Yıldırımdır. Ama biz askerler ona ‘’Atilla’’ adını takmıştık. Askerler arasında ona hep ‘’Atilla Komutan’’ dediler…

         Nedenine gelince; Rumlarla aramızda olan bu sınıra; ‘’Atilla Hattı’’ deniyordu da ondan. O da, 1974’deki savaşın buradaki sınır hattının komutanıydı. Hem Atilla tarihte Türklerin en önemli, en ünlü hakanlarından birisidir. Yıldırım Üsteğmen de bizim için önemlidir. Onu bizim gözümüzde büyüten, önemli yapan şey de, Maria ve diğer esirlere karşı gösterdiği insanlık, onlara yapmış olduğu yardımdır…

   Maria ilk kez Türkçe bir cümle kurdu;

- Teşekkürler Atilla Komutan, sana minnettarım. Demeye çalıştı.

   Maria söylediği bu sözleriyle, oradakilerin duygularına da tercüman olmuştu. Artık ayrılık vakti gelmişti… Maria, Muhtar Mehmet Çavuşa, tüm içtenliğiyle sarıldı. Eğer bir gün, Atilla Komutan olur da bu eve bir kez daha gelirse ona; ‘’siz Maria’nın kahramanı olmuşsunuz’’ demesini rica etti. Helena Maria’nın söylediklerinin Türkçesini muhtara aktardığında; Muhtar Mehmet de işittiklerinden çok duygulanmıştı. Helena’ya, Maria’nın bu sözlerini mutlaka komutanına ileteceğini söyledi. Veda ettiler…

                     Akşam güneşi, yine yapacağını yapmış tabiatın rengini kendisine benzetmişti. Haspolat köyü koyu kırmızı bir renge bürünmüş, adeta onları selamlıyordu…Maria köyün ardında kalan özgürlüğe giden yola son bir kez daha baktı!

-   Hoşça kalın özgürlüğe giden yolda koşanlar, hoşça kal kahramanım, dedi.

Hristo arabayı hareket ettirdiğinde güneş Beşparmak Dağlarının ardında batmaya başlamış, günün sonu yaklaşmıştı. Helena’yla birlikte köye geldiklerinde hava kararmış, gecenin yüzü yıldızlarla dolmuştu…

                    Hep birlikte eve gidiler, sonra da Lefkoşa’dan onları bu köye getiren şoförü arayarak, onları Rum kesimine götürmesi için köye gelmesini rica ettiler. Onları köye bırakan yaşlı şoför bir saat içinde geleceğini söyleyerek, hazır olmalarını istedi…
"Kıbrıs" Diğer Yazılar