O GECE - 35

01.06.2021
Maria’nın gece boyunca o Türk subayı ile ilgili anlattıkları onu çok kıskandırmıştı! Maria’yı kendisine doğru çekti uzun, uzun öptü. Maria da aynı arzularla karşılık verince; gecenin örtüsüyle sarmalanan çıplak bedenleri, çılgın arzuların esiri oldu…

                Maria sabah erkenden uyandı! Tıpkı bu köye ilk geldiği günlerde yaptığı gibi, soğuk bir duş aldı; aceleyle giyindi. Sabah saatlerinin o büyülü havasını kaçırmak istemiyordu. Hiristo dün gecenin verdiği yorgunlukla hala mışıl, mışıl uyuyordu… Usulca evden çıktı! Güneşin ışıkları çevreyi yeni, yeni aydınlatıyordu… Köyün havası öylesine güzeldi ki, derin, derin soludu… Beşparmak Dağlarının hemen yamacındaki bu köyde ne çok şeyle karşılaşmış, adeta hayatının en önemli şeylerini burada yaşamıştı… Gözleri dalmıştı ki! Helena’nın sesiyle kendine geldi;

-     Günaydın Maria’cığım. Nasılsın? Dün gece uyabildin mi? Yoksa geceyi, düşünerek mi geçirdin?

     Maria;

-   Günaydın Helena. Dün gece çok güzel geçti. Uyudum, uyandım, Bir an önce sabah olmasını bekledim. Bugün benim için çok özel biliyorsun, dedi.

-   Bilmez miyim? diye cevapladı Maria. Dün bütün gün, gece yarısına kadar öylesine heyecan dolu şeyler anlattın ki! Ben bile hala etkisindeyim. Senin şu kahramanını da çok merak ettim doğrusu. Umarım, bugün onunla ilgili bir bilgiye ulaşırız. Maria içten gelen bir sesle;

-   İnşallah, Helena’cığım. Onun kim olduğunu o kadar çok merak ediyorum ki! dedi.

     Bu sırada Hiristo da uyanmış, o da bahçeye çıkmıştı. Maria’ya bir öpücük kondurduktan sonra;

-   İki güzel hanım, neler konuşuyorsunuz bakalım? diye merakla sordu…

   Maria;

-   Bir şey yok Sevgilim. Seninle yıllar önce burada geçirdiğimiz günleri anıyorduk, dedi.

   Helena, Maria’yı kocasının sorularından kurtarmak için; hemen söze girdi;

- Hadi acıkmadınız mı daha? Şimdi güzel bir kahvaltı yapalım. Sonra da Maria’nın dün gece anlattıklarının yaşandığı yere gideriz.

- Sahi, sen hiç merak etmiyor musun Hristo? Diye de ekledi…

     Hristo Helena’nın bu sorusuyla pek de ilgilenmiyormuş gibi cevapladı;

-   Maria yıllar önce yaşadığı ne varsa bana anlatmıştı zaten, dedi.

   Helena;

-   Ben onun yaşadıklarını değil! Onu sana kavuşturan, bugünkü mutluluğunuzu borçlu olduğunuz o Türk komutanı merak edip, etmediğini sormuştum, dedi.

     Ama Hristo, Helena’nın bu sorusuna cevap vermedi… O, Türk subayından bahsedildiği zaman, onu ne kadar çok kıskandığı o kadar çok belli oluyordu ki!

   Kısa bir süre sonra hepsi birden kahvaltı masasına oturdular. Günün güzelliği kahvaltı masasına da yansımış, neşeli bir kahvaltı yapmışlardı.

   Özellikle de Hristo’nun anlattığı fıkralara çok güldüler…

Kahvaltı sona ermiş, sıra Maria’nın yıllar önce esir düştüğü o yeri görmeye gelmişti. Maria’nın içi içine sığmıyordu! Aklından hiç gitmeyen o soru yine beynini esir almış, o gün yaşadığı ne varsa gözlerinin önünden geçmeye başlamıştı…

     Acaba o Türk subayı hakkında bir şeyler öğrenebilecek miydi? En azından adını bile öğrense, onun için kâfiydi. Bu düşünceler içinde Helena’nın komşusundan aldığı araba ile yola çıktılar. Aracı Hristo kullanıyordu.

     Gidecekleri yer, Gazimağosa istikametinde eski bir Rum köyü yakınlarındaydı. Köyün eski adı Miamilya, yeni adı Haspolat’tı…

   Araçta kimse konuşmuyordu!

     Maria göz ucuyla Hristo’ya baktı! Ancak Hristo’nun güneş gözlüğünün arkasına sakladığı gözlerinden bir şey anlayamadı!

Adaya geldikleri günden beri, hele ki dün akşam anlattıklarından sonra, sanki kocasının ona daha bir sıkı sarıldığını, her ne derse evet dediğinin farkına varmıştı…

Aslında bunda yadırganacak bir şey yoktu. Hristo ailesine bağlı bir erkekti, onu çok sevdiğini de biliyordu. Ama adaya geldiklerinden beri kocası adeta etrafında pervane oluyor, etrafına sevgiden bir kale örüyordu! Sanki birisi gelip de Maria’yı elinden alacakmış gibi…

   İşte bu durum onu rahatsız ediyor ama Maria’da bunun nedenini sormaya cesaret edemiyordu. Çünkü nedenini biliyordu! Nedeni, esir düştüğü gece onlara yardım eden, Maria’nın da benim kahramanım dediği o genç Türk subayı idi…

Maria, o geceden sonra özgürlüklerine kavuşup da Hristo’suyla buluştuğu gün ona her şeyi anlatmıştı. Ama ne zaman ki, onları özgürlüğüne kavuşturan o genç Türk subayını anlatmaya başladığı anda, sevdiği adam ona hiç beklemediği bir tepki vermiş, orada yaşanan her ne ise; orda kalmasını, bir daha da bu konunun hiçbir zaman açılmamasını istemişti…

   Zaten, yıllar boyunca da hiç konuşmadılar. Ama son zamanda Maria’nın büyük bir saplantı içinde olduğu adaya gitme isteği, bu adada onunla aynı kaderi paylaşan insanları görme arzusu, en çok da bu Türk subayının kim olduğunu öğrenecek olması da Hristo’yu etkilemiş; hepsinden de önemlisi Kıbrıs’a gitme kararını almadan bir hafta önce, bir gece Maria’nın durup dururken;

- Biliyorum Sevgilim! O gece orada ne yaşandığını sana ne kadar anlatsam eksik kalacak… Çünkü sen beynini kurcalayan şu sorunun yanıtını benden değil, o geceyi yaşayan bir başkasından dinlemek istiyorsun!

Çünkü senin beyninde yaşattığın şey, o Türk subayı ile aramızda bir şey yaşanıp, yaşanmadığıdır…    

Ama böyle bir şey asla olmadı. Senden başka hiç kimseyi sevmedim, senden başka hiçbir erkek eli bana dokunmadı. Bunun ispatı o adada yaşıyor. O gece orada olup da yaşayan her kim varsa o da biliyor.

Onun için gel adaya gidelim. Sen gerçeği kendi kulaklarınla duy. Ben de hayatımı bağışlayan, bugünkü mutluluğumuzu borçlu olduğum o insanın kim olduğunu öğreneyim…

Maria’nın o gece yapmış olduğu bu konuşmadan sonra Hristo adaya gitmeye evet demişti.

Aracın sessizliğini Helena bozdu;

-   Heyyy, canlanın bakalım… Bakın Maria’nın yıllar önce kaderinin değiştiği yere geliyoruz! Hadi Maria, Hadi Hristo! Bırakın şu arpacı kumrusu gibi düşünmeyi, diye bağırdı.

   Az sonra Haspolat Köyü levhasını görmüşlerdi…

   Maria; dikkatle çevresine bakındı!

- Ama burası değil ki! Biz burada esir düşmedik, dedi.

     Helena;

-   Tatlım tabii burası değil! Senin anlattığın yer daha içerde. Oraya giden toprak bir yol var. Sen etrafta domuz çiftlikleri vardı demiştin değil mi’’ diye sordu.

     Maria;

-   Evet, evet hem de ineklerin olduğu pek çok çiftlik. O gece çoğu yanan çiftliklerde kapalı kalan bu hayvanların çoğu yanarak telef olmuştu. Ama Allahtan o komutan ertesi sabah onların hepsini serbest bıraktırdı da kalanların canı kurtuldu. O gece içimizde hamile olanlara, bebekli annelere süt getiren asker de, o sütü bu ineklerden sağmıştı.

Helena;

- Tamam, Maria az sonra oradayız. Hristo’cuğum, ilerideki şu kavşaktan toprak yola sap lütfen ve dümdüz ilerle, dedi. Birkaç kilometre gitmişlerdi ki, tam karşılarına taş bir bina çıktı! Binanın hiç penceresi yoktu… Sadece yan duvarında demir bir kapısı, yıllar öncesini hatırlatan hazin bir duruşu vardı… Hristo aracı binanın dibine kadar yanaştırdı. Araç durur durmaz Maria hızla dışarı fırladı, çevresine bakındı!

-   Evet, eveeettt, bu bina Hristom, işte burası, diye bağırdı. Binanın çevresinde deli gibi koşmayı başladı… Adeta o geceyi yeniden yaşıyor, bir taraftan da;

- Özgürlüğe giden yol, bak ben geldim’’ diye bağırıyordu! Hıçkırıklarına karışan feryat dolu çığlıkları, oradakileri öylesine etkilemişti ki, onlar da ağlıyordu. Annesinin bu durumundan oğlu Yorgo da etkilenmişti, babasına sımsıkı sarılmış avazı çıktığı kadar -   Anneme ne oldu, anneme ne oldu baba? Diye bağırmaya başlamıştı.

   Helena;

- Daha fazla dayanamayacağım diyerek, ani bir hareketle Maria’ya sarıldı!

     Oldukları yere yıkıldılar…

-   Maria, Mariaaa… Kendine geeel, yeter artık! Dedi. Maria’nın o çılgınca koşusuna son vermişti…

Maria soluk, soluğa;

Burası Hristo, işte burası. Ne yaşadımsa burada yaşadım. Tanrı şahidim ki, burada yaşadığım her şey, insanlık adına gurur duyacağınız şeylerden başkası değildi. Evet, evet o gece yaşanan ne varsa o Türk’e, o genç subaya borçluyuz. Sana her ne yaşadımsa hepsini ispatlayacağım Hristo, yemin ederim ispatlayacağım, diye bağırıyordu…
"Kıbrıs" Diğer Yazılar