O GECE - 34

31.05.2021
Bugün mutlu bir ailesi varsa bunu o insanların iyilik dolu kalplerine borçluydu. Bu düşünceler içinde Lefkoşa Türk kesimine geçmişler, şimdi de onları dedesinin köyüne götürecek bir araç arıyorlardı… Bir süre Lefkoşa sokaklarında yürüdüler…

                 Her şey, herkes ne kadar yabancıydı! Ama buradaki insanların da kendilerinden bir farkı yoktu ki… Onlar da insandı. Onların da ağzı, dili, duyguları, kalbi vardı. Onlar da Kıbrıs’ta yaşanan savaşın tüm acılarına ortak olmuşlardı. Onların da nice kayıpları vardı. Onlar da bu toprakların insanıydı, Onların da bu ada da yaşamak haklarıydı..

                 Bu savaş denen şey ne kadar kötü diye düşündü… Asırlardır iç içe yaşayan insanlar, şimdi bu topraklarda birbirlerine yabancıydı! Ya kendilerinden önce yaşayanlar? Onları da bu topraklara bağlayan anıları vardı. İnsanlar, kendilerinin geçmişine ait olan her şeye ulaşabilmeliydi, kendilerine ait ne varsa rahatlıkla görebilmeliydi…

                 Yıllar sonra da olsa adaya gelmişlerdi. Hayatta olmayan dedesini, anneannesinin mezarlarını ziyaret edebilmek için bir sınır kapısından geçmek zorunda kalması, anılarını saklayan yerlere gitmek için izin alması ne kadar saçmaydı. Saçma olduğu kadar insanlık adına da bir utançtı! İnsanların özgürlüklerine gem vurulmamalıydı. O ki özgürlüğü uğruna nelere katlanmış, neler yaşamıştı? Özgürlüğe giden yolun ne kadar değerli olduğunu ondan başka kim bilebilirdi ki?

Nihayet bir taksi durağı gördüler… Maria, taksi durağına doğru yürüdü. Durakta bekleyen yaşlı bir şoföre doğru yaklaştı;

-   Rumca bilir misin amca, diye sordu.

Yaşlı şoför, Maria’ya şöylece bir göz ucuyla baktıktan sonra, Rumca, cevapladı;

- Bilirim ya, ne istersin bakayım genç bayan?’’ Dedi.

Maria, Yunanistan’dan dedesinin köyünü görmek için geldiğini, önce o köyü sonra da özel bir yere gidip orayı gördükten sonra da adadan ayrılacağını söyledi!

Maria’nın bu cevabı, yaşlı şoförün ilgisini çekmişti…

-   Senin deden hangi köyden bakayım?’’ Dedi.

- Bilmem bilir misin eski adı Sihari köyü, diye cevapladı Maria.

    Şoför;

- Bilmez miyim, ben de o köye yakın bir köyde doğdum. Adı Fota… Senin köyüne on, on beş mil uzaklıkta. Çocukluğum oralarda geçti. Savaştan önce çok gitmişliğim de var dedenin köyüne, dedi.

Maria, çok sevinmişti.

- Ne olur amcacığım o köye götürür müsün? Hatta burada kalacağımız iki gün boyunca bize yardımcı olur musun? diye sordu. , bizi

Yaşlı şoför;

- Neden olmayayım a kızım? Sen o kadar uzaktan ata toprağını görmeye gelmişsin; tabii ki yardımcı olacağım sana, diye cevapladı.

Şoförün verdiği bu cevap, Maria’yı hem rahatlatmıştı. Hem de, ‘Bir de Türkler için ne kötü şeyler uydururuz? Adam neredeyse bizi evinde misafir edecek ‘ diye düşündürtmüştü…

Şoförün,

-   Haydi, binin bakalım arabaya ikazı üzerine; eski bir Mercedes olan araca bindiler. Araç hareket ettiğinde günün yarısı geçmişti… Yol boyunca çevreyi izlediler. Bir taraftan da şoförün anlattıklarını dinlediler… Şoför de yıllar önce savaşa katıldığını, eski Türk Mücahitlerinden birisi olduğunu, o günlerde yaşadıklarını hiç unutamadığını anlatmaya başlamış, anlattıklarıyla Maria’yı biraz daha o günlerin içine çekmişti… Taksi şoförü anlattıkça Maria da savaşta yaşadıklarını hatırlıyor; dedesi, anneannesi ve kardeşiyle birlikte esir düştükleri o gecenin ürpertisini hissediyordu! Yaşamakla-ölüm arasında geçen o saatleri hiç unutamamıştı… Pek çok geceler yaşadıklarının kâbusuyla uykusundan sıçrayarak uyanır, sabahlara kadar düşünürdü! Böylesi bir kader neden onu bulmuştu diye sorgulardı? Ama her defasında da o kaderi güzel bir yaşama çeviren o Türk subayı aklına gelir, içi ferahlardı. Ona ne çok şey borçluydu… Ne çok şey değil, her şeyini borçluydu. Yaşıyorsa, sevdiği adama kavuştuysa, mutlu bir ailesi, güzel bir oğlu varsa bunların hepsi; o gece karşısına çıkan o genç komutan sayesinde olmuştu.

                    Bir süre daha yol aldılar. En nihayetinde dedesinin köyüne gelmişlerdi. Araç köye girişinde Maria, yaşlı şoföre aracı durdurmasını rica etti. Aracın durmasıyla birlikte Maria aracın kapısını açtı, hızla araçtan indi, koşmaya başladı…

Araçta kalan diğerleri şaşırmışlar! Maria’ya bakıyorlardı. Maria araçtan iner inmez, hemen karşısındaki evin bahçesine koşmuş, bahçede ki yaşlı kadına sarılmış; hararetle bir şeyler konuşmaya başlamışlardı…

       Hiristo da merakla araçtan indi. Maria’nın olduğu eve doğru yürüdü. Maria’nın konuştuğu yaşlı kadın ona da yabancı gelmemişti! Birden hatırladı!

-   Aaa bu bizim Helena, diye bağırdı…

           Evet, evet bu yaşlı kadını yıllar öncesinden o da hatırlamıştı… Kadın yaşlanmıştı ama giyinişi, duruşu hiç değişmemişti! . Maria’yı yıllar önce köyde görüp âşık olduğunda, Helana da İngiltere’den köye yeni gelmişti… Babası bu köyde yaşıyordu. Ama o burasının köy yeri olmasına rağmen; bir İngiliz düşesiymiş gibi hareket ederdi! İngiliz düşesiymiş gibi giyinmesiyle, böylesi bir edayla yürüyüşüyle, aristokrat gibi konuşmasıyla; köyde alay konusu olmuştu. Ama çok renkli kişiliği olan birisiydi. Köyde herkesi küçümseyen, kimseyle konuşmayan Helana nedendir bilinmez; onları çok sevmişti. Özellikle Maria’yla kilise bahçesinde buluştukları ortaya çıkıp da, bir gece papaz efendi onları bahçeden kovunca; Helena onlar ne zaman isterse, onun evinin bahçesinde buluşabileceklerini söylemiş, hatta bir gece kalmaları için onları evine bile davet etmişti… Ne kadındı ama onu hatırlamamak mümkün müydü?

             Bu düşünceler içinde o da evin bahçesine girmiş, Helena’ya merhaba demişti. Helena onu da görünce;

- ‘’O My God! Hiristooo, helloo gentleman, diye bağırdı.

   Hiç değişmemişti. Elini uzatarak Hiristonun öpmesini bekledi. Hala kendisini bir İngiliz Düşesi gibi görüyor, öyle hareket ediyordu…

   Mariya çok mutlu olmuştu. Helena’yı köyde bulması, onun beynini kurcalayan pek çok sorusuna cevap olacaktı… Söze Maria girdi;

- Helana’cığım seni gördüğüme çok mutlu oldum. Yıllar sonra seni görmek… Aman Allah’ım gözlerime inanamıyorum. Burada tanıdık bir simaya rastlayacağımı hiç tahmin etmiyordum…

   Helena gayet kibar bir tavırla;  

- Ben de sizleri gördüğüme çok sevindim tatlım. Bana Avrupa’nın havasını getirdiniz, dedi.  Sonra da;

-   Söyleyin bakayım onca yıl sonra neden geldiniz buralara? diye sordu.

     Maria;

   - Yıllar önce hayatımın erkeğini burada tanımış, birbirimize bu köyde âşık olmuştuk. Bunu en iyi sen biliyorsun Helana… Çünkü o gençlik dönemimizde yaşadığımız güzel günlerimizin en yakın tanığı sensin. Sonrasında bu topraklarda yaşanan savaşta neler yaşadığımızı da duymuşsundur mutlaka! Dedemin, anneannemin, kardeşimin esir düştüğümüz o günleri, dedi…

     Helana;

   -   Evet, duydum tatlım. O süreçte neler yaşanmadı ki, bu adada? Ölümler, tecavüzler, kayıplar…  Maria, Helena’nın bu cevabına karşılık;

   - Ama biz şanslıydık Helena’cığım. Hem de çok şanslı. Çünkü esir düştüğümüz o gece, Yüce İsa karşımıza benim kahramanımı çıkardı, dedi.

       Helena şaşırmıştı!

   -   O da ne demek Maria? Siz yıllar önce ne yaşadınız hemen anlat bana lütfen, çok meraklandım. Senin kahramanın da kim? dedi.

   Maria uzun uzun iç çekti!

-   Pekiyi anlatacağım ama müsaade et önce bizi getiren aracın parasını ödeyip, onu göndereyim…

                  Maria Lefkoşa’dan onları köye getiren aracın şoförüne teşekkür ederek Lefkoşa’ya göndermek için bahçeye çıktığında; Helana da bunu fırsat bilmiş, bahçedeki masanın üzerini adeta donatmıştı… Mutfağında ne varsa masaya sıralamış, hepsi yenecek diye de ısrar etmeye başlamıştı. O yıllar önce bu iki genci tanıyıp da evlerine geldiğinde de böyle davranmıştı. Onları çok sevmişti. Çünkü o dönemde onların yaşadığı sevgi dolu aşk kaçamaklarını, o da adaya gelmeden önce İngiltere’de Londra’da yaşamıştı…

                İngiliz asilzadesi olduğunu söyleyen bir İngiliz’le tanışmış, büyük bir aşk yaşamışlardı. Ama bu aşkları kısa sürmüş, deliler gibi sevdiği o İngiliz’i bir trafik kazasında kaybetmişti. İşte ondan sonra da bütün hayatı değişmiş Kıbrıs’a gelmişti. Bu köyden bir ev almış, o İngiliz asilzadesiyle evliymiş gibi kendisine bir dünya kurmuş, yıllardan beri de o dünyanın düşesi olarak yaşıyordu. Bu gerçeği ise; sadece Maria biliyordu…

                 Maria masaya oturdu; önce birkaç dilim hellim yedi. Sonra da Kıbrıs’ın o güzel, sulu limonlarından yapılmış bir bardak buz gibi limonatadan içti. Gözlerini bahçede yeni, yeni açan, o baygın kokusuyla bahçeyi dolduran yasemin çiçeklerine dikti! Ve neredeyse yarım asır önce yaşadığı savaşı, esir düştüğü o gecede yaşadıklarını ama özellikle de onları özgürlüğe giden yolda serbest bırakan kahramanını anlatmaya başladı. Uzun uzun anlattı… Gâh güldü, gâh ağladı! Aslında o, yarım asırdan beri içinde biriktirdiği ne varsa onu anlatıyor, beyninde gizli kalan duyguları haykırıyordu…

Sevgili kocası, Hiristo’su hiç sesini çıkarmadan onu dinliyordu. Maria’yı bugüne kadar hiç böyle görmemişti! Sevdiği kadın adeta bir başka boyuta geçmiş gibiydi… Maria bir ara soluklandı, oğlunun uyuduğunu fark etti. Helana onları kalacakları odaya götürdü. Oğlunu yatırdıktan sonra, tekrar bahçeye dönerlerken; Helana, Maria’nın kolundan tuttu!

-   Bana bak tatlım, bu gece anlattıklarına dikkat et! Sen hayatımın kahramanı diye övdüğün o Türk komutanından bahsettikçe, Hristo’nun yüz ifadesi geriliyor, dedi…

   Maria;

- Ama bu gerçek Helena. O olmasaydı, ne ben Hiristoyu görebilirdim, ne de Hristo beni. Hem o Türk subayı ile aramda hiçbir şey geçmedi, Allah şahidim. Helena, Maria’nın bu cevabına müstehzi bir ifadeyle gülümsedi! Bahçeye döndüler…

O gece yarısına kadar Maria anlattı, onlar dinledi. En sonunda Maria da anlatmaktan yorgun düşmüştü.

               Maria, uyumadan önce, ertesi sabah esir düştüğü yere götürmesi için Helena’dan rica da bulundu. Helana araba kullanamıyordu ama onların esir düştükleri yeri biliyordu.

Helena;

-   Tamam, Maria’cığım. Sabah olduğunda komşumun oğlundan arabasını rica ederim, beni kırmaz. Arabayı da Hristo kullanır, hep birlikte gideriz, dedi.

                    Maria, Hristo’suyla birlikte Helena’nın onlar için hazırladığı misafir odasına geçtiler. Çılgın kadın, yataklarını gül yapraklarıyla süslemişti. Tıpkı yıllar önce, gençliklerinin baharında bu evde kaldıkları o gece yaptığı gibi… Yatağa girdiler. Hristo, sevgili karısına sımsıkı sarıldı….
"Kıbrıs" Diğer Yazılar