Malazgirt bu toprakların can suyu, 30 Ağustos devletimizin kuruluş harcıdır

29.08.2020
Öncelikle Malazgirt zaferimizin 949’ncu, 30 Ağustos zaferimizin 98’nci yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutluyor; vatan topraklarımız uğruna hayatlarını seve, seve feda eyleyen tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, tarih sayfalarına böylesine büyük zaferleri yazan atalarımızı minnetle yâd ediyorum.    Türklerin İslamiyet’i benimsemesi, Alpaslan Han’ın 1071 Malazgirt Zaferiyle Anadolu topraklarına ayak basmasıyla başlayan bu bölgedeki yaşam savaşımız, o tarihten beri vatan bellediğimiz Anadolu coğrafyasında süregelmiş, sürmeye de devam etmektedir…   Unutulmasın ki:          “Milletinin tarihini bilmeyenler; ülkesinin, milletinin geleceği ile ilgili doğru kararlar veremezler. İnsanoğlu tarihini bildiği ölçüde değer kazanır, sahibi olduğu değerler ölçüsünde değer üretebilir.  Türklerin Muhteşem tarihi, tarih öncesi devirlerden başlar.’’          Binlerce şehidimizin kanlarıyla sulanan aziz vatan topraklarımızın bu yaşlı dünyaya yansıyan iz düşümünün görüntüsünde Alparslan Han ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yeri çok farklıdır.       Alpaslan Han, Anadolu topraklarının kilidini açan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurandır.        Onlar bu coğrafyada var oluşumuzun liderleri, geleceğimize ışık tutan, en sıkışık zamanlarımızda bizlere umut kaynağı olan aziz vatan topraklarımızın değişmez yüzüdürler.         Gazi Mustafa Kemal Atatürk 98 yıl önce meclis kürsüsünden yapmış olduğu açıklamada, ‘Bağımsızlık benim karakterimdir diyerek’; bulunduğu coğrafyada son nefesini vermekte olan bir imparatorluktan, sadece milletine olan güveniyle, inancıyla bir güneş gibi doğacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk müjdesini vermiştir.       Tıpkı ‘’Çanakkale geçilmez’’ dediğinde yanılmadığı gibi; 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruzda ‘’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir’’ emriyle Yunanı denize dökerken de yanılmayacak, İzmir Hükümet Konağına şanlı bayrağımız çekilecektir.        6 Ekim 1923’de İşgal güçleri İstanbul’u terk ederken, tıpkı düşman zırhlılarını Sarayburnu önlerinde ilk gördüğünde ifade etmiş olduğu gibi; ‘’Geldikleri gibi giderler’’ söyleminde de haklı çıkacaktır.       Çünkü devletimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk istiklal savaşımızın o mucizevî başarısında sadece milletine, Büyük Türk Milletine güvenmişti.       Çünkü o büyük dahi, Türk Milleti için:       ‘’Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.’’ Tespitiyle milletimizin dünya tarihine o muhteşem geçmişiyle damgasını vurduğunu çok iyi biliyordu.         Türk Milleti:  Tarih boyunca diline, dinine, ülküsüne, vatanına, bayrağına, devletine, milletine, örfüne, geleneğine, izzet-i nefis ve haysiyetine sahip çıkan, vakurlu ama kibirli olmayan bu üstün nitelikleriyle tarih sahnesinde yer almıştır. Büyüklerine saygıyı, küçüklerine sevgi ve hoşgörüyü daima ön planda tutan, devletine her daim bağlı ve saygılı olan bu büyük millet; tarih sayfalarında sıralamaya çalıştığım bu üstün nitelikleriyle tanınmış; dostlarının gıpta ile izlediği, takip ettiği; düşmanlarının ise merakla, kıskançlıkla, korkuyla izlediği bir millet olmuştur. İşte bu nitelikleriyledir ki:  Türk Milleti yaşadığı her coğrafyada bu üstün özellikleriyle iz bırakmış, daha Amerika kıtası keşfedilmemişken; atalarımız üç kıtada at oynatmış, kılıç sallamıştır. Böylesine büyük bir milletin vatan bellediği topraklarda tabiat ananın bu büyük millete kucak açmasının, bu topraklarda yaşayabilmesinin daima bir bedeli olmuş; Türk Milleti tarihin her döneminde vatan bellediği toprakların bedelini kanıyla, canıyla ödemiştir. O nedenle milletimize anamızın ak sütü gibi helal olan bu son vatan topraklarımızla bizler arasında kanımızla-canımızla-emeğimizle-alın terimizle hercümerç olmuş bir bağlılık vardır. Nasıl ki, Çanakkale Destanının yazıldığı gazi topraklarımızda 250 bin şehidimiz pahasına, milletimizin nice kahramanlıklarıyla düşmana diz çökmemiş isek; mazisi insanlık tarihiyle başlayan böylesine büyük bir milletin vatan sevdası hiçbir zaman eksilmeyecek, hiçbir şer odağı karşısında da diz çökmeyecektir. Bu noktada soluklanıp; ardımızda kalan mazisi şanla, şerefle dolu tarih sayfalarımıza baktığımızda, hep şu gerçekle karşılaşırız:  Türk Milletinin dara düştüğünde, en sıkıntılı, en yalnız kaldığı dönemlerde; ’düşman vatanın bağrına hançerini dayadığında’, her türlü ihanet, şer odakları karşısında yaşadığı toprakların kurtuluşu, özgürce yaşam hakkı, bağımsızlığı için öne çıkan, gözünü kırpmadan tüm bunlara karşı koyan tek bir güç vardır:  Bu güç; Büyük Türk Milletinin her şeyden önde gelen ‘Önce Vatan’ sevgisidir.  Bu büyük millet; kendisini sarıp, sarmalayan canından aziz bilip vatan bellediği topraklara, tabiat anaya olan borcunu hep böyle ödemiştir, böyle ödemeye devam edecektir.  Tıpkı 15 Temmuz 2016’da yaşanan o ihanet gecesinde, bu borcunu bir kez daha şanla, şerefle ödediği gibi. Vatanın bağrına dayanan o zehirli FETÖ hançerine kanı, canı pahasına karşı koymuş; şehitler, gaziler vermiş ama bu alçaklar çetesinin vatan topraklarını ele geçirmesine, iç kargaşa çıkartmalarına geçit vermemiştir. Çünkü Vatan; Türk Milletinin yaşam hamurudur. Bu hamur Türk Milletinin namusudur, şerefidir, onurudur. Çünkü Vatan; Türk Milletine atalarından emanet, burçlarında ay yıldızlı bayraklarımızın dalgalandığı gururudur. Çünkü Vatan; gelecek nesillerimizin istikbali, yaşam geleceğimizin ele geçirilemeyen, geçirilemeyecek son kalesidir.  Malazgirt Zaferimiz vatan bellediğimiz bu toprakların can suyu, 30 Ağustos Zaferimiz ise devletimizin kuruluş harcıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan Korona salgını nedeniyle bu yıl yapılması planlanan 30 Ağustos Zafer Bayramımızın kutlama törenleri İç İşleri Bakanlığının ilgili genelgesi ile kısıtlanmış olup, ‘’kalabalık riski- virüs- mesafe’’ nedeniyle meydanlarda yapılmayacaktır. Ancak, Ayasofya’nın ibadete açıldığı gün yaşanan o mahşeri kalabalığı, üniversiteye giriş sınavlarında bir araya gelen milyonlarca öğrencimizi hatırladığımızda, her gün televizyonlara yansıyan sokak, pazar yerleri, avm’ler, plajlar ve turizm bölgelerinde yaşanan kalabalıkları gördükçe; acaba buralarda virüs yok muydu, diye düşünmeden edemiyor insan! Bu nedenle 30 Ağustos’ta elimde Ay yıldızlı Şanlı Bayrağım, göğsümde Gazi Madalyam, yüreğimde Atatürk sevgisi, aklımda Cumhuriyetin kazanımları, bayramın coşkusuyla birlikte sokağa çıkacağım.  Elbette ağzımda maske olacak, sosyal mesafeye de dikkat ederek, virüsle arama mesafe koyacağım.  Ama 30 Ağustos Zafer Bayramımızın muzaffer komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan sevgimin, onun bize emanet etmiş olduğu milli bayramlarımızın kutlanması için aramıza konulmak istenen hiçbir mesafeyi kabul etmeyeceğim. 

"Siyaset" Diğer Yazılar